EŞSİZ BİR SAVUNMA ORDUSU: AKYUVARLAR
Yediğiniz lezzetli bir yemek, soluduğunuz hava, içinde bulunduğunuz
ortam, tokalaştığınız insanlar sizinle ne kadar fazla yabancı maddeyi
buluşturur farkında mısınız? Kimi zaman içtiğiniz suda bile sizi hasta
edebilecek mikroplar, ne zaman harekete geçeceği belli olmayan tehlikeli
virüsler vardır. Ancak gün içinde defalarca vücudunuza giren bu zararlı
maddelerin varlığını anlamazsınız bile. Bunun nedeni size zararlı
şeyleri tespit edip yok etmekle özel olarak görevlendirilmiş bir ordunun
varlığıdır. Allah’ın insanlar için büyük bir nimet olarak yarattığı ve
dünyada eşi benzeri olmayan bu üstün savunma ordusu, damarlarınızın
içinde sürekli olarak devriye gezmektedir.
Akyuvarlar ya da diğer
adı ile lökositler, beyaz kan hücreleridir. Normal şartlarda ortalama 1
mm3 kanda 6-10 bin arasında akyuvar bulunmaktadır. Dolaşım içinde
ortalama 500 alyuvara karşılık bir tek akyuvar bulunur. Eğer dolaşımdaki
tüm akyuvarlar biraraya toplanabilseler, bir kahve fincanını ancak
doldurabilirler.
37 Ancak vücutta bir enfeksiyon başgösterdiğinde akyuvarların sayısı 1 mm3 kanda 30 bine kadar yükselebilmektedir.
38
|
Bilmez misin ki, gerçekten göklerin ve yerin mülkü Allah’ındır.
Sizin Allah’tan başka Veliniz ve yardımcınız yoktur. (Bakara Suresi,
107) |
Bu hücreler savaşçı hücrelerdir. Vücuda giren her türlü
yabancı maddeyi tanır ve onlarla savaşırlar. Bir kısmı doğrudan
mikroplarla savaşırken, bir kısmı da yabancı molekülleri ve mikropları
tanıyarak sistemi uyarır.
Akyuvarlar kemik iliğinde üretilir ve orada
yaşarlar. Kemik iliğinin üretim hızı saniyede 1.2 milyon akyuvar
hücresidir. Bu miktar bir ömür boyunca yarım ton akyuvar anlamına
gelmektedir.
39 Kemik
iliği, adeta bir sığınak veya bir depodur akyuvarlar için. Kanda bir
miktar akyuvar hücresi hazır bulunmaktadır. Kemik iliğindeki akyuvar
hücreleri ise, ancak bir tehlike durumu söz konusu olduğunda dolaşıma
katılırlar. Onlar için kan, vücudun her yerine hareket edebilecekleri
eşsiz bir ulaşım aracıdır. Kan yolu ile vücuda girmiş olan mikroplar yol
boyunca yok edilir, dokulara sızmış olanlar da akyuvarların uğradıkları
dokular boyunca ortadan kaldırılırlar.
Bir akyuvarın kalpten
başa gidip gelmesi yaklaşık 10 saniye, ayak başparmağına yani vücudun
kalpten en uzak bölgesine ulaşıp dönmesi ise yaklaşık bir dakika sürer.
Tek bir akyuvar hücresinin bir gün içinde vücutta yaptığı tur ise,
1000′den fazladır.
40Akyuvarlar,
çekirdekli ve renksiz hücrelerdir ancak çekirdekli olmalarına rağmen
dolaşıma katıldıktan sonra bölünme yeteneklerini kaybederler. Amaçları
artık bölünmek değil, savaşmaktır. Dolaşıma katılmalarının ardından
ömürleri kanda 3-4 saat, dokularda ise 3-4 gündür.
41 Allah’ın, vücudu korumak için özel olarak yarattığı bu savaşçılar 3-4 gün içinde, tehlike durumunu ortadan kaldırırlar.
|
Eğer her ikisinde (gökte ve yerde) Allah’ın dışında ilahlar
olsaydı, elbette, ikisi de bozulup gitmişti. Arşın Rabbi olan Allah
onların nitelendiregeldikleri şeylerden Yüce’dir. (Enbiya Suresi, 22) |
Ciddi enfeksiyon durumlarında akyuvarların yaşam süresi
genellikle birkaç saate kadar düşer. Çünkü bu hücreler hızla hasar alan
bölgeye ilerler, burada görevlerini yerine getirir ve işleri bittiğinde
son derece yorgun düşmüş olduklarından kısa sürede ölürler. Ama bu
sırada enfeksiyonun ortadan kaldırılabilmesi için kemik iliğinde üretim
devam etmektedir. Vücutta bir enfeksiyon durumu olmadığında da,
akyuvarlar başıboş değildirler. Vücudu düşmanlardan korumasalar da
yapacak çok önemli bir işleri vardır. Akyuvarlar, vücuttaki 100 trilyon
hücrenin her birini günde birkaç defa kontrol edecek şekilde devriye
gezerler. Bu devriye sırasında hastalıklı ve yaşlanmış hücreleri tespit
edip yok ederler. Hatta yaşlanmış ve görev yapamayacak olan akyuvar
hücreleri de diğer akyuvarlar tarafından ortadan kaldırılır.
Akyuvar kavramı, aslında tek tip bir hücreyi temsil etmemektedir. Genel
anlamda akyuvarları oluşturan hücreler, büyüklüklerine ve çekirdekli
olup olmadıklarına göre beşe ayrılırlar. Bunlar; lenfositler (T ve B),
monositler, nötrofiller, özonofiller ve bazofillerdir. Bu hücrelerin
aralarındaki iş dağılımı ise gerçek anlamda kusursuzdur.
Savunma Askerlerinin İş Bölümü Vücudun Gizli Koruyucusu Bazofiller
Birçok insan sistemin kusursuzluğunun bir gereği olarak kanda pıhtı
oluşumunun vücuda getirebileceği risklerden genelde habersiz yaşar. Oysa
birazdan detaylarına değineceğimiz gibi kanın pıhtılaşması işlemi,
benzersiz, kusursuz ve hayat kurtarıcı bir sistem olmasının yanında,
yanlış işleyip vücut içinde pıhtı oluşturduğu takdirde insan yaşamı için
büyük bir tehlike oluşturabilecek bir sistemdir.
|
100 TRİLYON HÜCREYİ KORUYAN ALYUVARLAR
|
7 saat
|
bağışıklık savunması
|
|
8-12 gün
|
parazitlere karşı savunma
|
|
Birkaç saat ila birkaç gün
|
enfeksiyonel savunma
|
|
3 gün
|
bağışıklık tetkiki
|
|
bellek hücreleri yıllarca yaşayabilir
|
antikor üretimi
|
|
bellek hücreleri yıllarca yaşayabilir
|
hücresel savunma
|
|
|
Genel anlamda akyuvarlar adını verdiğimiz savunma
hücreleri aslında farklı görevlere sahip çeşitli askerlerden oluşmuştur.
Yukarıdaki şemada görülen mükemmel iş bölümü ile her savunma hücresi,
nerede hangi görevi yerine getirmesi gerektiğini bilir. Allah’ın
insanlar için bir nimet olarak yarattığı bu sistem sayesinde vücudun
savunması son derece hızlı ve etkili bir şekilde gerçekleşmektedir.
|
|
Kan, dışarıya çıkıp hava ile birleştiği anda
pıhtılaşmaya başlar. Bu, bizim hayatımızı kurtaran mükemmel bir
sistemdir. Ancak kan, eğer dışarıda olduğu gibi gezdiği damarlar içinde
de pıhtılaşırsa, işte bu durum yaşamı çok kısa bir sürede sona
erdirebilir. Bunun için küçücük bir kan pıhtısının, kalbe giden
damarlardan bir tanesini tıkaması yeterlidir. İşte bu tehlike,
bazofiller tarafından ortadan kaldırılmaktadır.
Bazofiller kana “heparin” adı verilen bir madde bırakırlar. Bu özel
madde, kanın damarların içinde iken pıhtılaşmasını önler. Bir başka
deyişle, vücutta meydana gelebilecek muhtemel bir tehlike, daha tehlike
ortaya çıkmadan alınan bir önlem ile giderilmektedir. İşte bu, insan
vücudunu incelerken sürekli olarak karşılaştığımız önemli bir gerçektir.
Tedbir, tehlike başgöstermeden önce alınmaktadır.
|
Bakmıyorlar mı o deveye; nasıl yaratıldı?
Göğe, nasıl yükseltildi? Dağlara; nasıl oturtulup-kuruldu? Yere; nasıl
yayılıp-döşendi? (Gaşiye Suresi, 17-20)
|
Heparin, kanı sadece
pıhtılardan değil damarı tıkayacak başka maddelerden de korur. Kandaki
yağ, bunun bir örneğidir. Heparin maddesi, yağlı bir yemek yendikten
sonra da faaliyet halindedir ve yapılan bu temizlik yaşamın devamı için
son derece önemlidir.
42
Heparin, insan bedeninin her detayında ortaya çıkan yaratılışın bir
başka örneğidir. Diğer tüm organlar, dokular, moleküller yerinde olsa,
ancak heparin olmasa, insan yaşamı süremeyecektir. Birçok insanın tüm bu
kompleks sistemden habersiz bir şekilde, rahatça yaşayabilmesi sistemin
mükemmelliğinden kaynaklanmaktadır. Bu kadar kompleks, iç içe geçmiş,
son derece hassas dengelere dayalı bir sistemin Darwinizm’in iddia
ettiği gibi kör tesadüflerin ürünü olması ise olanaksızdır. Yaşam
incelendikçe, evrimin gerçekleşmesi kesin olarak imkansız bir süreç
olduğu tekrar tekrar ortaya çıkmakta, yaratılış delilleri de bütün
açıklığı ile gözler önüne serilmektedir.
Parazit Avcısı Eozinofiller
Bu akyuvar türünün düşmanları yakalama konusundaki yetenekleri, vücudun
dev savunucuları olan makrofajlar kadar gelişmiş değildir. Ancak
eozinofiller bir konuda ustadırlar: Vücuda giren parazitleri hemen
ortadan kaldırırlar.
Parazitler, vücuttaki diğer savunma hücreleri
tarafından ele geçirilemeyecek kadar büyüktürler. Bu nedenle vücudun
savunma hücreleri, tüm mikroplara karşı mükemmel bir savaş
verebilmelerine karşın parazitler üzerinde etkili değildirler. Ancak
elbette bu insan bedeni için bir eksiklik değildir. Eozinofillerin
varlığı, parazitlerin ortadan kalkması için yeterlidir. Aslında
parazitler, eozinofillerden de büyüktür. Buna rağmen eozinofiller
parazite tutunup onu öldürmeyi başarırlar.
43
Kemik iliğinde üretilmelerinin sonrasında,
ezonofiller dokulara doğru yolculuk ederler. Parazitler vücuda
girdiklerinde, lenfosit ve nötrofiller, hemen ezonofilleri harekete
geçirecek enzimler salgılarlar. Ezonofillerin parazitleri öldürme
yöntemleri ise söz konusu yabancı hücrenin içine toksik madde salgılama
şeklindedir. Bu savunma hücreleri, bizleri oldukça önemli tehlikelerden
her saniye korumalarına rağmen, ezonofillerin yapısı ve fonksiyonları
hakkında bilinenler oldukça azdır.
44 Darwinistlerin
gelişimini tesadüflere bağlamaya çalıştıkları bu mükemmel yapı henüz
tam olarak çözülememiştir. Elde edilen her detay bu hücreleri Allah’ın
kusursuz bir yaratılışla var ettiğini ortaya koymaktadır.
Monosit ve Nötrofiller İş Başında
Yukarıda saydığımız beyaz kan hücrelerinin tümü insan bedenini korumak
için görevlendirilmiş askerlerdir. Aldıkları isimler, farklı
fonksiyonlar göstermelerinden kaynaklanmaktadır. Bununla birlikte
aralarında nasıl bir görev dağılımı olduğunu bilmek önemlidir. Bu
nedenle, öncelikle nötrofillerin gerçekleştirdikleri “fagositoz”
işlemini incelemekte fayda vardır. Bu işlem, monositlerin gelişmiş
şekilleri olan makrofajlar tarafından da uygulanan bir yöntemdir.
Fagositoz işlemi, aslında bir hücrenin nasıl “akıl” kullandığını
anlayabilmek için yeterli bir delildir. Vücuda giren sinsi bir
saldırgan, bu yöntemle önce kelepçelenir, sonra etkisiz hale getirilir
ve ardından da yok edilir. Yöntem son derece sistemli ve her türlü
yabancı maddeyi ortadan kaldırabilecek kadar da etkilidir.
Fagositoz işlemini gerçekleştiren hücrelere genel olarak “fagositler”
adı verilmektedir. Fagositlerin en önemli özelliği daha önce de
belirttiğimiz gibi, akıllı birer varlık gibi hareket etmeleri adeta
etrafı teftiş ederek düşman hücreyi hemen teşhis etmeleri, ona kaçış ve
hayatta kalma imkanı vermemeleridir. Bu hücreler, yalancı ayaklar
yardımı ile düşman hücreyi kendi içlerine alarak parçalar ve
sindirirler. Bunu yaparken, bu hücrelerin vücuda girmiş olan bir
yabancıyı nasıl tanıdıklarının üzerinde durmak gerekmektedir. Bu oldukça
önemlidir çünkü vücut içindeki mikroskobik canlıların tümü birbirlerine
benzerler. Peki bu ayırım nasıl yapılır?

(a) Makrofaj, çoğalmış olan bakterinin üzerine doğru bir uzantı
fırlatır. (b) Böylece bakteri makrofaj tarafından yakalanır. (c) Daha
sonra makrofaj, bakterinin hücre zarını delerek onun içini boşaltır.
Ancak savunma işlemi burada sona ermez. Bakteriden kalan artık
parçaların temizlenmesi için makrofaj, bakterinin kimlik bilgilerini
alır ve bir flama gibi kendi üzerine yapıştırır. Bu flama, bir başka
savunma hücresi olan lenfositlerin daha önce vücuda giren bakteriler
hakkında bilgi sahibi olmalarını sağlar. |
Vücudun doğal yapıları, fagositoza dirençli pürüzsüz
yüzeylere sahiptir. Allah’ın vücut hücrelerine doğal pürüzsüz bir yapı
vermesinin özel bir hikmeti ve önemi vardır. Fagositler genellikle
saldırgan hücreleri dış yüzeylerinden tanırlar. Pürüzsüzlük, onlara
karşılaştıkları hücrenin “dost” olduğu mesajını verir. Ama eğer bu dost
hücrenin yüzeyinde herhangi bir sebeple bir pürüzlenme meydana gelirse
bu durumda fagositleri durdurmanın imkanı yoktur. Vücudun kendi dokusu,
kendi savaşçısı tarafından yok edilir.
Pürüzsüz yapının yanı sıra vücudun doğal yapılarının pek çoğu
fagositleri iten koruyucu protein kılıflarına sahiptir. Bu kılıfın özel
ve gerçek anlamda mucizevi bir savunma mekanizması vardır. Fagositlerin
avı olan yabancı parçalarda ve ölü dokularda söz konusu koruyucu kılıf
bulunmamaktadır.
Bütün bunların dışında bağışıklık sisteminin
fagositlere yardımcı olan özel bir fonksiyonu bulunmaktadır. Bağışıklık
sistemi, genellikle bakteri gibi yabancılara karşı antikorlar
geliştirir. Bu antikorlar belirledikleri bakterilerin üzerlerine tutunur
ve bakteriyi fagositoz için elverişli hale getirirler. Antikorun
yöntemi ise şaşırtıcıdır. Antikor bunu, bir yandan bakteriye bir yandan
da fagositlere tutunarak gerçekleştirir.
45
 Makrofajlar
yüzeylerinden tanıdıkları düşman hücrelerine saldırır ve hücrenin bir
bölümünü kendi üstlerine yapıştırırlar. Bu, vücutta düşman olduğunu
haber veren ve savunma hareketini başlatan en önemli uyarıdır.
(1) makrofajlar mikroba saldırır
(2) makrofajlar mikrobu parçalar ve bu parçalardan bazılarını kendi yüzeyine yapıştırır.
(3) savunma hareketi başlar
(4) proteinler salgılanır
(5) monositler olgun makrofaj haline dönüþmeye başlar.
(6) vücut ısısı artar
(7) monasitler
(8) Olgun makrofaj
(9) Doğal öldürücüler
(10) Doğal öldürücüler hastalıklı vücut hücrelerine saldırı.
(11) saldırıya uğrayan vücut hücresi
(12) mikrop
Makrofajlar, mikrobu ele geçirdikten sonra (1) bölgesel bir
iltihaplanma başlar. Makrofajlar mikrobun yüzeyinden parçaları kendi
üzerlerine yapıştırırlar. (2) Bu da savunma sisteminin harekete
geçmesini (3) ve proteinlerin salgılanmasını sağlar. (4) Bazı proteinler
monositlerin gelişmesini hızlandırır (5), bazıları da ateşin
yükselmesine neden olur. (6)
|
Vücut içindeki bir hücrenin kendi görevini bilerek,
vücutta yabancı avına çıkması ve bunun için çeşitli donanımlara sahip
olması akıl sahibi her insanı biraz durup düşündürmelidir. Fagositler
bir gün, aniden karar değiştirip oksijen taşımaya başlamaz veya bir kas
hücresi haline gelmezler. Onlar, savunmanın bir parçası olarak yerine
getirmeleri gereken görevi, her yeni gün mutlaka eksiksizce
gerçekleştirirler. Yaptıkları iş son derece zor ve aynı zamanda da
oldukça risklidir. Ama bakteriyi tanıyıp teşhis etme konusunda hiçbir
zaman yanılmazlar. Onlar, gözleri olmadığı halde görür, beyinleri
olmadığı halde “aklederler ve düşünürler”. Bu durumda yaptıklarının
gözle, beyinle veya bir başka fiziksel özellikle bağlantısının olmadığı
açıktır. Onlar, yeryüzündeki her canlıyı kusursuz özelliklerle donatan
ve “her an” gözetimi altında tutan Allah’ın emri altındadırlar. Sahip
oldukları sistemlerdeki mükemmelliğin sebebi budur. Allah ayetinde şöyle
bildirir:
Allah, yedi göğü ve yerden de onların benzerini yarattı. Emir,
bunların arasında durmadan iner; sizin gerçekten Allah’ın herşeye güç
yetirdiğini ve gerçekten Allah’ın ilmiyle herşeyi kuşattığını bilmeniz,
öğrenmeniz için. (Talak Suresi, 12)
Düşman Kıskaca Alınıyor
Dokulara giren nötrofiller olgun hücreler oldukları için hemen
fagositoza başlayabilirler. Nötrofil, yabancı hücreye yaklaşınca, önce
bu hücreye dokunur ve hücre etrafında çeşitli yönlere doğru giden
yalancı kollar uzatır. Karşılıklı kollar hücreyi sarar, hücre etrafında
karşılaşır ve birbirleriyle kaynaşırlar. Yabancı hücre artık nötrofilin
içindedir. Hücre daha sonra hücre zarını kaybederek nötrofil
sitoplazmasının içine doğru çöker. Bir nötrofil, ölmeden önce genellikle
5-20 bakteriyi fagosite edebilir, yani yok eder.
Monositlerin ise görevlerini yerine getirmek için önce gelişmeleri
gerekmektedir. Makrofajların ilk hali olan monositler, dokulara geçmeden
önce kanda 10-20 saat kadar dolaşırlar. Dokulara geçtikten sonra
şişerek genişler ve makrofaj halini alırlar. Fagositoz işlemleri
sırasında parçalanmadıkça aylarca hatta yıllarca yaşayabilirler. Doku
makrofajları dokularda sürekli olarak enfeksiyonlara karşı savunma
sağlayan kusursuz bir sistemdir. Fagositoz yöntemleri ise nötrofillerden
daha farklıdır. Genellikle 100 bakteriyi fagosite edebilecek yeteneğe
sahiptirler. Nötrofiller, bakterilerden büyük parçaları fagosite
edemezken, makrofajlar çok daha büyük parçaları da ortadan
kaldırabilirler.
Nötrofiller fagosite ettikleri hücreleri genellikle kendi içlerinde
sindirirler. Bu sindirim sonucunda bakteriden zehirli maddeler
salgılanır ve nötrofil en fazla 25 bakteriyi fagosite ettikten sonra, bu
zehirli madde kendi ölümüne neden olacak kadar artar. Bir anlamda
nötrofil, bizi yaşatmak için kendini feda etmektedir. Bundan sonra artık
zehirli bir zararlı madde haline gelen nötrofil, makrofajlar tarafından
fagosite edilerek yok edilir.

ANTİJEN TANITICI MAKROFAJ
Makrofajın vücuda giren istilacı hücreyi yakalayıp, yok etme yöntemi
son derece sistemlidir. Makrofaj, antijenik maddeyi yakalar ve onu MHC
klas 1 ve 2 bölgelerini oluşturmak için kullanır, işleme tabi tutar.
Antijen, MHC proteinine bağlanarak T hücrelerinin yüzey reseptörlerine
uyacak yüzey kompleksini meydana getirir. Kompleksin içerdiği MHC
proteini öldürücü T hücresine mi yoksa yardımcı T hücresine mi
bağlanacağına kendisi karar verir. |
Makrofajlar ise düşmanlarını
sindirdikten sonra, atık parçaları dışarıya bırakabilme yeteneğine
sahiptirler. Bu nedenle zehirlenme tehlikeleri yoktur. Bunun bir sonucu
olarak oldukça fazla sayıda bakteri öldürdükten sonra bile aylarca hatta
yıllarca yaşayabilirler.
46
Bütün bu anlattıklarımız, karşılaştığımız her sistemde hayranlıkla
izlediğimiz Allah’ın sonsuz aklının birer delilidir. Vücut içindeki
küçücük canlıların, bir düşmanı fark edip ona karşı tedbirler alması,
hayranlık uyandırıcı bir durumdur. Ancak bu küçük canlılar, düşmanlarını
sadece öldürmekle kalmazlar. Bu düşmanın bir daha vücuda girmesi
durumunda ona karşı hazırlıklı olmak için önlem de alırlar. Bu amaçla
makrofaj, düşman hücreyi yutunca, ondan, antijen olarak isimlendirilen
ve düşmanın kimlik bilgilerini içeren bir bölümü koparır. Bu antijeni
bir flama gibi kendi yüzeyine yerleştirerek taşımaya başlar. Bu flama,
savunmanın baş kahramanları olan lenfositlerin rehberidir. Makrofajların
sağladığı bu ön eğitim sayesinde vücudun diğer savunma hücreleri olan
lenfositler, vücudun ana düşmanlarını tanırlar. Bu düşmanlar vücuda
tekrar girdiklerinde lenfositler tarafından aniden yok edileceklerdir.

Savunma sisteminin elemanları sadece düşmanı öldürmekle kalmaz aynı
zamanda düşmanın vücuda bir daha girmesi durumunda hazırlıklı olmak için
önlem de alırlar. Bütün bunlar olup biterken, birçok insan Allah’ın
yarattığı bu mükemmel sistemden habersiz bir yaşam sürer.
|
Tüm bu gerçekleri akılcı ve önyargısız bir biçimde
değerlendiren bir insan, canlıların kökeninin rastlantılara dayalı bir
“evrim süreci” olduğu hikayesinin geçersizliğini kavrayacaktır. Elbette
bütün bu gerçekleri bildiği hatta detaylarını incelediği halde ısrarla
evrim teorisinin savunuculuğunu yapan kişiler de vardır. Fakat bu
kişiler, bu konuda son derece dogmatik davranmakta, sadece Allah’ın
apaçık varlığını kabul etmemek için yaratılış delillerine
direnmektedirler. Yeryüzündeki birbirinden çeşitli ve hiçbir şüpheye yer
vermeyen delillere rağmen, delilsiz bir teoride saplanıp kalmaları,
başka açıklama kabul etmemeleri, inkarlarının psikolojik temelli
olduğuna işaret eder.
Üstün güç sahibi Rabbimiz olan Allah’a boyun eğip, O’nun yarattıklarını
takdir edip O’nu yüceltmek, kendi benliklerini ilah edinmiş bu insanlara
zor gelir. Oysa yapmaları gereken sadece Allah’ın mutlak hakimiyetini
görüp, bunu gereği gibi takdir edip Allah’a şükretmektir. Allah’ın
yeryüzündeki eserlerini inceleyip tanıyan, her geçen gün yeni muhteşem
özellikler keşfeden ve Allah’a iman eden insanlar gün geçtikçe
artmaktadır. Öyle ki günümüzde evrim saplantısından kurtularak bu
gerçekleri görmeye başlayan çok fazla sayıda bilim adamı vardır.
Ordunun Başkumandanları: Lenfositler
Makrofajların sağladıkları koruma vücut için gerçekten de son derece
önemlidir. Düşmanların istilası, birinci planda bu akıllı hücrelerin
faaliyetleri sayesinde sindirilmektedir. Peki makrofajlar bu kadar yoğun
bir faaliyet içindelerse, bir başka öldürücü hücre olan lenfositlerin
varlığı neden gereklidir? Neden vücut için ikinci bir korumaya ihtiyaç
duyulmaktadır?
Allah, sizi annelerinizin karnından hiçbir şey bilmezken çıkardı
ve umulur ki şükredersiniz diye işitme, görme (duyularını) ve gönüller
verdi.
(Nahl Suresi, 78) |
Bunun nedeni istilacıların farklı özelliklerde
olabilmeleridir. Her an bizimle buluşabilecek muhtemel düşmanlara karşı
beden içinde ayrı ayrı tedbirler alınmıştır. Kimi zaman çok kapsamlı ve
kuvvetli bir orduya ihtiyaç duyulabilir. Çünkü bazı düşmanlar, işgal
ettikleri bedeni tümüyle ele geçirebilecek kadar güçlü
olabilmektedirler. İşte böyle tehlikeli durumlarda lenfositler devreye
girer ve işgalcilerle sıcak bir savaşa başlarlar.

Sağda T hücreleri kanser hücresine saldırıyor. Aşağıda bu işlem
sırasında T hücresinin yaptıkları görülüyor. Öldürme işlemi sırasında T
hücresi içindeki perforin proteinini açığa çıkarır. Perforin proteinleri
hedefteki hücrenin zarında delik açarlar. Böylece sıvı ve tuzlar hedef
hücrenin içine girer ve sonunda zararlı hücre içine çökerek ölür.
(1)T hücresi çekirdeği, (2)T hücresi boşluğu, (3)perforin
molekülleri, (4)öldürücü T hücresinin içi, (5)hedef hücrenin içi,
(6)hedef hücrenin zarı, (7)T hücresi zarı
|
Lenfositler, düşmanları durduracak zehirli kimyasal
silahlara sahiptirler. Birkaç mikron büyüklüğündeki bir hücrenin, zehir
üretimine başlayabilmesi ve bunu gerekli yer ve durumlarda da kullanmayı
başarabilmesi kuşkusuz muhteşem bir yaratılış delilidir. Teknolojik
imkanları olan akıl sahibi bir insan için bir zehirin üretilebilmesi son
derece kompleks bir işlemdir. Oysa buradaki üretici, kanda dolaşan
herhangi bir hücredir ve kuşkusuz hiçbir kimya bilgisine sahip değildir.
Dahası, üstün yetenekli lenfosit için sadece bu zehire sahip olması da
yeterli değildir. Onu nerede muhafaza etmesi ve nerede kullanması
gerektiğini tespit etmesi gerekmektedir. Aksi takdirde hem kendisi
taşıdığı zehirden dolayı zarar görecek hem de vücut, kendi askerlerinin
saldırısı ile yenik düşecektir.
Lenfositler o kadar tedbirli ve akıllıdırlar ki, özelliklerini
anlatırken adeta şuurlu bir insandan bahsediliyor izlenimine
kapılabilirsiniz. Aslında bu karşılaştırma bile yeterli değildir. Çünkü
şuurlu ve tedbirli bir insan bile ister istemez hata yapabilir. Oysa
lenfositler için bu ihtimal geçerli değildir. Bu akıllı hücrelerin
öncelikle vücut tarafından kendileri için üretilen zehiri ne kendilerine
ne de bizlere zarar vermeyecek şekilde taşımaları gerekmektedir.
Lenfositler, bu maddenin muhtemel zararını bilircesine zehiri kendi
hücre zarlarında bulunan keseciklerin içinde taşırlar. Lenfositlerin
büyük bir tedbirle taşıdıkları bu zehiri hangi hücreye enjekte
edeceklerini biliyor olmaları gerekmektedir. Bu bilgiden yoksun olmaları
son derece büyük bir tehlikedir, çünkü bu usta savaşçılar vücuttaki
“her hücreyi” ortadan kaldırabilecek kadar güçlüdürler. Düşman ile dostu
ayırt edememeleri vücuttaki tüm hücrelerin ölümüne neden olabilir.
Tıp bilimi ile uğraşanlar, bu üstün yeteneğe hayretle şahit olurlar.
Lenfositler düşman hücreleri tanır, bu hücrelere yaklaşır ve yanlarında
taşıdıkları zehiri bu düşman hücrenin içine enjekte ederler. Gözleri
veya kolları olmayan bir mikroorganizma nasıl olup da, görünürde
birbirinden pek farkı olmayan bu mikro canlıları ayırt edebilmektedir?
Lenfositlerin bu işlem sırasında kullandıkları yöntemler gerçekten de
şaşırtıcıdır.

Resimde HIV virüsünün saldırısına uğramış olan bir T lenfositi
görülmektedir. T lenfositleri son derece güçlü hücreler olmalarına
rağmen, HIV virüsünün kendisini yenileme hızı karşısında etkisiz
kalırlar. Vücuttaki savunmaya tanıtılamayan sürekli değişime uğrayan HIV
virüsü, savunma hücrelerine saldırır ve vücuttaki bu sistemi etkisiz
hale getirir.
|
İnsanlar birbirlerini dış
görünümlerinden ve seslerinden tanırlar. Lenfositler ise düşmanlarını
sahip oldukları protein moleküllerinden tanırlar. Bakteri ve virüs
proteinlerinin her biri, insanın sahip olduğu proteinlerden farklıdır.
Bağışıklık hücreleri bu farklılığı hemen algılarlar.
47 Bu
oturduğunuz eve bir hırsızın girmiş olması gibidir. Siz eve bir
yabancının girmiş olduğunu nasıl hemen hissederseniz lenfositler de
vücuttaki bu beklenmedik misafiri, sahip olduğu bu farktan dolayı hemen
anlamaktadır.
Bu mucizevi durumu Darwinistlerin kendi teorilerine göre açıklamaları
gerekir. Lenfosit bir hücredir ve yaptığı şeyleri deneyip yanılarak
“öğrenme” gibi bir durumu yoktur. Evrim savunucularının tüm bunları
açıklayabilmeleri için, söz konusu savunma hücresinin zaman içinde vücut
hücreleri ile düşman hücrelerini ayırt etmeyi öğrenmesi, bunları nasıl
öldüreceğine karar vermesi, bunun için zehir üretmesi, kendine ve içinde
bulunduğu bedene zarar vermemek için bu zehiri taşıyacak keseler
meydana getirmesi gibi aşamaları izah etmeleri gerekmektedir. Ayrıca tüm
bunları yaparken hayatta kalmayı da başarması gerekmektedir. Evrime
göre bütün bu aşamalar tesadüfen meydana gelmelidir. Çünkü evrimin
temelinde şuurlu ve planlı gelişmeler yoktur. Herşey kontrolsüz bir
ortamda rastgele gelişmelidir.
Şu durumda evrimin iddialarına göre lenfosit de ancak vücudun savunma
ihtiyacı başgösterdiğinde, tesadüfi mutasyonlar sonucunda yavaş yavaş
bahsettiğimiz özelliklere sahip olacaktır. Tabi, yüzlerce, hatta
binlerce yılı alacak olan hayali tesadüfi aşamalar sırasında insan
vücudunun nasıl korunacağı meçhuldür. Bu şartlar altında, savunma
sistemi gelişmemiş bir vücut, içine giren bakteri veya virüs nedeni ile
birkaç gün içinde ölebilir. Ama bu mükemmel ve akılcı sistemi meydana
getirdiği öne sürülen tesadüfler her nasılsa, o kadar yerli yerinde ve
planlı meydana gelmiştir ki, tek bir hatadan bile bahsetmek mümkün
değildir.
Allah, yeryüzünü sizin için bir karar, gökyüzünü bir bina kıldı; sizi
suretlendirdi, suretinizi de en güzel (bir biçim ve incelikte) kıldı ve
size güzel-temiz şeylerden rızık verdi. İşte sizin Rabbiniz Allah budur.
Alemlerin Rabbi Allah ne Yüce’dir.
(Mümin Suresi, 64) |
Yukarıdaki hikayeyi kabul etmek elbette ki mümkün
değildir. Ancak şaşırtıcı olan evrimcilerin temel iddiasının bu
olmasıdır. Şuursuz tesadüflerin hata yapmadan mükemmel organizmalar,
sistemler ve kompleks yapılar meydana getirmesi mümkün değildir çünkü
zaten tesadüflerin kendileri mevcut sistem içinde hataya sebep olurlar.
Belirli bir kompleksliğe sahip herhangi bir mekanizmaya bile yapılan
rastgele bir müdahale, mutlaka zarar getirecektir. Savunma sistemi gibi
olağanüstü derecede kompleks bir sistemin tesadüfen oluşmayacağı ve
gelişmeyeceği ise açıktır. Hiçbir bilimsel geçerliliği olmayan bir
masalı, bilimsel terimlerle süslemek, bu masalı kurtarmayacaktır
kuşkusuz.
Ey insan, ‘üstün kerem sahibi’ olan Rabbine karşı seni aldatıp-yanıltan
nedir?Ki O, seni yarattı, ‘sana bir düzen içinde biçim verdi’ ve seni
bir itidal üzere kıldı.Dilediği bir surette seni tertib etti.
(İnfitar Suresi, 6-8) |
Bütün bu anlatılanlar karşısında insanın vereceği bir
karar vardır. Ya şuursuz tesadüflerin bütün bunları başardığına ve
mucizeler meydana getirdiğine inanacak ya da bu iddianın son derece
temelsiz ve mantıksız bir hikayeden ibaret olduğu gerçeğini kabul
edecektir. Eğer tüm özellikleriyle kusursuz bir savunma hücresinin
varlığından bahsediyorsak, burada şuursuz ve plansız tek bir aşamanın
bile devreye giremeyeceğini açıkça görmek gerekir. Lenfosit, kendisini
yaşatan tüm organelleri, zehirini taşıyabileceği keseleri, düşmanlarını
tanıma kabiliyeti ve savaşma yeteneği ile birlikte var olduğu sürece
işlevini görebilir ve varlığını sürdürebilir. Bu özelliklerden bir
tanesini ayırıp bir kenara atmamız, tek bir tanesini alıp “bu uzun zaman
içinde aşamalarla oluştu” dememiz mümkün değildir. Bu hücre, diğer
herşey gibi Allah dilediği anda, tüm özellikleri ile insan vücudundaki
yerini almıştır. Allah dilediği için her bedende görevini mükemmel bir
şekilde yerine getirmektedir, her an, her yaptığı işte Rabbimiz’in
gözetimi altındadır. Allah bir ayetinde bu gerçeği şu şekilde bildirir:
Allah, yedi göğü ve yerden de onların benzerini yarattı. Emir,
bunların arasında durmadan iner; sizin gerçekten Allah’ın herşeye güç
yetirdiğini ve gerçekten Allah’ın ilmiyle herşeyi kuşattığını bilmeniz,
öğrenmeniz için. (Talak Suresi, 12)
Lenfositlerin Görev Dağılımı: B ve T Lenfositleri
Antikor ve antijenin birbirine uyumu

T hücrelerinin taşıdıkları antijenleri B lenfositlerine tanıtmalarının
ardından B hücreleri çoğalır. Bunun sonrasında ise bunlara uygun
antikorlar üretmeye başlarlar. Antikorun antijene olan uyumu ise
kusursuz bir tasarımdır.
|

Savunma sisteminin en temel elemanlarından olan T hücreleri timus
bezinde üretilirler. Üretimin ardından bir dizi eğitim başlar. Çünkü T
hücreleri, karşılarına çıkan antijenleri tanımak zorundadırlar. Bu
mucizevi eğitim sonucunda hücreler laboratuvarda yapay olarak üretilen
antijenleri bile tanıyabilmektedirler.
|
B hücreleri vücudun silah fabrikalarıdır. Kemik iliğinde
oluşur, kan yolu ile lenflere geçer ve burada yaşamlarını sürdürürler.
Tehlike anında lojistik destek B hücreleri tarafından sağlanır. Düşmanı
öldürmek için üretilen silahlar antikorlardır. B hücreleri Y şeklinde
antikorlar meydana getirir ve bunların binlercesini yuvarlak bedenlerine
yapıştırırlar. Hücrenin kılıfını artık bu algılayıcı antikorlar
oluşturmaktadır. Vücuda giren bir yabancının bu algılayıcı radardan
kaçması mümkün değildir. B lenfositleri bu şekli aldıktan sonra yıllar
boyunca bedende tıpkı bir dedektif gibi dolaşırlar. Vücuda bir yabancı
girdiğinde ise alarm durumu başlamış olur. B lenfositleri bunları hemen
algılar ve düşmanın bulunduğu yere doğru hızla ilerler. Bu hücreler,
yakaladıkları düşmanın, örneğin bir virüsün tüm proteinlerini içlerine
alır ve onu parçalarlar. Daha sonra virüs parçalarını ise kendi
hücrelerinin yüzeyine yapıştırırlar. Olay sona erdiğinde B lenfositinin
üzerinde virüs parçaları kalır. Bu parçalar, artık düşmanın kime ait
olduğunu belirleyen “antijenlerdir”.
Bu aşamadan sonra B hücrelerinin desteğe
ihtiyacı vardır. Destek için yaratılmış olan yardımcı T hücreleri hemen
bir ihtiyaç durumu olduğunu fark eder. Yardımcı T hücreleri antijen
parçaları taşıyan B hücrelerini tanır ve onlara yaklaşıp çarparlar. Bu
çarpışma sırasında B lenfositleri T hücrelerine bir dizi direktif içeren
bir madde salgılar. Bu direktiflerde söz konusu antijenin bir “düşmana”
ait olduğu ve bu düşmanın kimliğini diğer T ve B hücrelerine ya da bir
başka deyişle diğer polis birimlerine göstermesi gerektiği
belirtilmektedir.
48 Yardımcı T hücreleri direktifleri alır almaz oradan uzaklaşırlar.
Bu aşamada T hücrelerini yakından tanımak yerinde olacaktır. T
hücreleri, kalbin hemen üzerinde yer alan timus bezinde oluşurlar.
Olgunlaştıktan sonra burada çeşitli antijenleri tanımayı öğrenirler. Bu
eğitim yaşantımızın geri kalanı için son derece önemli bir eğitimdir.
Antijeni tanımayan bir savunma hücresinin vücudu savunması kuşkusuz ki
mümkün değildir. Timusta oluşan T hücreleri o kadar kapsamlı bir
eğitimden geçerler ki, doğada bulunan “yüz milyonlarca” antijeni
rahatlıkla tanıyabilmektedirler. Aldıkları eğitimi mucizevi ve
olağanüstü kılan ise bedenimizde, laboratuvarda oluşturulan yapay
antijenleri bile tanıyabilen T hücrelerinin bulunmasıdır. Vücudun
içindeki gözle görülmeyen bir hücrenin, dış dünyadaki tehlikelerden
haberdar olup ona göre tedbir geliştirdiği gerçeğine karşı evrimcilerin
getirdiği veya getirebilecekleri herhangi bir açıklama yoktur. Bu müthiş
gerçeğin tek açıklaması, dış dünyanın da bedenin içindeki yapıların da
Yaratıcısı’nın “tek” olmasıdır. Kuşkusuz, bu Yaratıcı herşeyi kusursuz
yaratan Allah’tır.
Tehlike anında direktifi alan yardımcı T hücreleri aldıkları bilgiler
doğrultusunda bedene yayılırlar. Artık vücuttaki tüm B hücreleri
düşmanın varlığından haberdardır ve onun tüm özelliklerini tanımaktadır.
Bu tehlike karşısında yardımcı T hücreleri tarafından uyarılan B
lenfositleri çoğalmaya başlarlar. B hücreleri adeta birkaç bin kez
bölünürler. Ancak üretilen yeni hücreler daha önceki B hücreleri gibi
algılayıp yok etme kabiliyetine sahip değildirler. Onların görevi bu
kez, beden içine yayılarak antijenleri aramaktır. Bu hücreler uygun
antijenleri bulduklarında onlara yapışırlar. Böylece savunma sisteminin
bir başka kan hücresi olan “doğal öldürücüleri” harekete geçirirler. Yok
etme işlemini kendilerinden daha güçlü olan bu hücrelere bırakırlar.
B lenfositlerinin antikor fabrikalarını üretmeleri ve antikor üretimine
başlamaları yaklaşık 5 gün sürer. Bu süre içinde vücudun savunmasını,
doğuştan var olan bağışıklık sisteminin görevli hücreleri devralır.
İnsan bu süre içinde kendisini oldukça halsiz hisseder ve genellikle
ateşi yükselir. 5 günün ardından B hücreleri görevi devraldıklarında,
düşman hücreler hızla öldüğünden iyileşme baş gösterir.
Kızamık gibi bazı hastalıkları hayatımız
boyunca sadece bir kere geçirmemizin sebebi B lenfositlerinin artık
kızamık virüsünü tanıyor olmasıdır. Virüs, vücuda girer girmez bu
hücreler tarafından tanındığından hemen sindirilir ve ortadan
kaldırılır. Virüsün tekrar hastalığa sebep olmak için fırsatı yoktur.
Vücuda aşı ile hastalık mikrobu enjekte edilmesinin sebebi de B
hücrelerine bu hastalığı tanıtmaktır.
49