OLAĞANÜSTÜ BİR MOLEKÜL: HEMOGLOBİN
Çoğu zaman bedeninizde sizi yaşatmak için büyük bir çaba sarf edildiğini
fark etmezsiniz. Siz; çalışır, yorulur, uyur, yemek yer veya spor
yaparken, içinizdeki hummalı çalışma hiç durmadan devam eder. Sizi
yaşatmak için programlanmış moleküller, size fark ettirmeden, hata
yapmadan, sıkılmadan, dinlenmeden görev başındadırlar.
Kana kırmızı rengini veren hemoglobin, insan bedenini oluşturan sayısız molekülden sadece bir tanesidir. Görevi ise hayatidir:
Vücudun her hücresini o yaşatır. Vücudun yaşamasını
sağlayan oksijen onun sayesinde dağılır, vücuttan atılması gereken
karbondioksit onun sayesinde toplanır. Yaşamamız için sırf nefes alıp
vermemiz yeterli değildir. Bedende saniyeler içinde gelişen bir
hareketlenme ile alınan oksijenin yaklaşık 100 trilyon hücreye teker
teker dağıtılması, dışarıya verilecek karbondioksitin ise teker teker
toplanması gerekmektedir. Hayatta kalabilmemiz, tümüyle kompleks olan bu
mikro sistemin faaliyetine bağlıdır. Yeryüzünde yapılan hiçbir bilimsel
çalışma, hemoglobin gibi oksijen taşıyabilen bir mekanizmanın
geliştirilmesini sağlayamamıştır.
| O ölüden diriyi çıkarır ve diriden ölüyü çıkarır, ölümünden sonra da yeri diriltir. İşte siz de böyle çıkarılacaksınız.(Rum Suresi, 19) |
Hemoglobin, kendine has özelliklere sahip, olağanüstü
kompleks bir moleküldür. Bu kompleks molekül de, tüm özellikleriyle,
herşeyi bilen, herşeye gücü yeten Hayy (diri) olan Allah’ın bir
mucizesidir. Bu büyük mucizenin özelliklerini incelerken, Allah’ın
birbirinden muhteşem eserler yaratmaya kadir olduğu ve bu eserleri her
insanda eksiksiz olarak var ettiği gerçeğini sürekli akılda tutmak
gerekmektedir. Bu gerçeği görmek, Allah’a şükredip O’nu yüceltmenin en
önemli yollarından biridir. Allah bir ayette şu şekilde buyurmuştur:
O, Hayy (diri) olandır. O’ndan başka İlah yoktur; öyleyse dini
yalnızca Kendisi’ne halis kılanlar olarak O’na dua edin. Alemlerin
Rabbine hamd olsun. (Mümin Suresi, 65)
Mucize Molekül Oksijen Taşıyor
Bilim adamlarının “olağanüstü bir molekül” tanımı, hemoglobinin
birbirinden farklı işleri aynı anda yapabilmesinden kaynaklanmaktadır.
Hemoglobin, akciğerlerdeki kılcal damarlardan geçerken etrafındaki
milyonlarca molekül içinden oksijeni seçer. Yöntemi ise son derece
akılcı, bir o kadar da şaşırtıcıdır. Hemoglobin, oksijen atomlarını
kendine has yöntemi ile adeta “yakalar”. Ancak bu işlemin çok hassas bir
şekilde yapılması gerekmektedir, çünkü oksijen bağlandığı molekülleri
okside etme özelliğine sahiptir. Oksidasyon ise söz konusu molekülün tüm
işlevlerini yitirmesine neden olan bir tür zehirlenmedir.
|
Hemoglobin, Oksijeni Taşımak İçin Gerekli Önlemlerle Birlikte Yaratılmıştır.Hemoglobin molekülündeki 4 hem grubu oksijeni yakalayıp taşımakla görevlidir. Oksijensizken birbirine paralel durumda olan bu hem grupları, oksijene bağlandıklarında paralel şekillerini kaybedip, çarpılıp bükülmeye başlarlar. Bunun nedeni oksijenlerin birbirlerine yaklaşarak demir iyonları arasında oksijen köprülerinin oluşmasını engellemektir. Bu önlem son derece önemlidir. Bu tedbir sayesinde iki hemoglobin molekülünün oksitlenerek bozulması önlenmiş olmaktadır. Her kırmızı kan hücresindeki yaklaşık 270 hemoglobin, bu önemli tedbiri sürekli olarak almaktadır. |
Hemoglobin, oksijenin beraberinde getireceği bu
tehlikeye karşı Allah’ın yarattığı mükemmel bir sistemle var edilmiştir:
Hemoglobin oksijeni taşırken ona tam olarak bağlanmaz, oksijeni tıpkı
bir maşa ile tutar gibi bir ucundan yakalar ve götüreceği yere kadar bu
şekilde taşır. Bu kuşkusuz son derece tedbirli bir yöntemdir. Yüce
Allah, oksijenin oksidasyon özelliği ile bu önemli tedbiri birlikte
yaratmıştır. Kuşkusuz bu uyuma ön yargısız bir biçimde bakanlar,
buradaki mükemmelliği açıkça görebilirler. Hemoglobinin, oksijendeki
tehlikeyi keşfederek bir tedbir geliştirmek, deneyip yanılarak ona göre
sistem belirlemek gibi bir imkanı yoktur. Herşeyden önce bahsettiğimiz
yalnızca bir moleküldür. Bu önemli tedbir, tüm kompleksliği ile,
hemoglobinin ilk ortaya çıktığı anda, hemoglobin ile birlikte
yaratılmıştır. Hemoglobinin oksijeni yakalamasını sağlayan biyokimyasal
detaylar ise, böyle bir mekanizmanın tesadüf eseri meydana
gelemeyeceğini açıkça sergiler niteliktedir.
Hemoglobin molekülünde dört zincirden oluşmuş globin adı verilen bir
protein bulunmaktadır. Her globin, “hem grubu” adı verilen bir başka
moleküle bağlıdır. Hem grupları, oksijenin hemoglobine bağlanmasında son
derece önemlidirler. Hem gruplarının her biri birer demir iyonu taşır.
Bu durumda karşımıza, dört hem grubunun sahip olduğu dört demir iyonu
çıkar. Aslında akciğerlerdeki oksijeni kendisine bağlayan ve bunu
dokularda serbest bırakan daima bu demir iyonlarıdır. Ancak globinin de
bu işlemde son derece önemli bir rolü vardır. Globinin şekli, birazdan
inceleyeceğimiz gibi önemli bir kontrol mekanizması ve eşsiz bir
yaratılış harikasıdır. Ayrıca bu molekülün amino asit dizilimindeki en
küçük bir değişiklik, hemoglobinin oksijen taşıma kabiliyetini tümüyle
değiştirmektedir.
|
Hemoglobin, beraberinde taşıdığı azotmonoksit sayesinde hangi dokuya ne kadar oksijen vereceğini bilmektedir. Hemoglobinin taşıdığı azotmonoksit, vücuttaki kan basıncının sabit kalmasını sağlamaktadır. Dokulara hangi miktarda oksijen dağıtılması gerektiği, kan basıncının sabitliği ile sağlanır. |
Kanın özelliklerini anlatmaya başlarken, her ayrıntının
birbirinden farklı ve kompleks detaylar içermekte olduğunu belirtmiştik.
Sistemin küçük parçalarına doğru inildikçe, bu komplekslik ve
çeşitliliğin daha da artmakta olduğuna dikkat çekmiştik. Allah’ın bu
gibi detaylar ve komplekslikler yaratması, sistemin işleyebilmesi için
bunların varlığını zorunlu kılması, yaratılış gerçeğini kabullenmek
istemeyenleri açıklamasız bırakır. Bu gibi örnekler Allah’a iman
edenlerin ise inançlarını güçlendirir. Verdiğimiz tüm bu teknik
detaylar, bu kompleksliği daha ayrıntılı gözler önüne serdiği için,
inkarcıları daha fazla şüphe içinde bırakmakta, iman edenler için de
güven ve kararlılık vesilesi olmaktadır.
Sistemin detaylarını incelemeye devam ettiğimizde globinin, demirin
oksijen alımını kontrol altında tutan özel bir şekle sahip olduğunu
görürüz. Hemoglobin molekülündeki dört hem, normal şartlarda
birbirlerine paralel, globin molekülüne ise dikey durumdadır. Ancak hem
grupları kendilerine oksijen bağladıklarında, bu paralellik kaybolur.
Paralelliğin kaybolma sebebi hem gruplarının birbirlerinden mümkün
olduğunca uzaklaşmasıdır.
Kendisine oksijen atomu bağlayan hem gruplarından bir
tanesi, bu bağlanmanın ardından öyle çarpılır ve bükülür ki, kendisinden
sonra gelen diğer grubun da çarpılmasına neden olur. Böylece ikinci
hem, daha kolay oksijen bağlayabilmekte ve bu bağlanmalar sırasında
demirler arasında oluşabilecek bir oksijen köprüsünün kurulması önlenmiş
olmaktadır. Eğer hemlerin birbirine paralelliği nedeni ile oksijen
atomları arasında köprüler oluşmuş olsaydı, iki değerli hemoglobin
molekülü oksitlenerek bozulacaktı.24
Bu durumu bir çubuğa asılı bıraktığımız dört ayrı mıknatısa
benzetebiliriz. Mıknatıslar aynı kutuplara sahip olduklarından
birbirlerini iteceklerdir. Birbirine yaklaşan her mıknatıs parçasının
diğerini ittiğini düşünürsek, birbirinden uzaklaşmaya çalışan ve bu
nedenle de şekilden şekile giren mıknatıslarla karşılaşırız. İşte demir
iyonları da oksijene bağlandıklarında, tıpkı aynı yüklere sahip
mıknatıslar gibi hareket eder ve mümkün olduğunca birbirlerinden
uzaklaşmaya çalışırlar. Burada mıknatısların asılı olduğu çubuk, globin
molekülleri, hareketlerini sağlayan unsur yani mıknatısların asılı
olduğu “ip” hem grupları, mıknatıslar da oksijenlerdir. Hemoglobinin 4
ayrı oksijen molekülüne bağlanması vücudun oksijen ihtiyacını karşılamak
üzere meydana getirilmiş özel bir yaratılıştır.
|
Üstteki şemada kılcal damarla doku arasındaki gaz alışverişi gösterilmektedir. Kılcal damarın arteriyole bağlandığı noktada kan basıncı, ozmotik basınçtan daha yüksektir ve bu nedenle su, oksijen, amino asitler ve glikoz kan dolaşımından ayrılmaya eğilim gösterirler. Kılcal damarın toplardamara bağlandığı noktada ise bu durumun tam tersi olarak ozmotik basınç, kan basıncından daha yüksektir. Bu nedenle de su, karbondioksit ve diğer atık moleküller kan dolaşımına dahil olurlar. Basınç farklarından oluşan bu mükemmel tasarım oksijen ve besinlerin tüm vücuda dağılmasını sağlar. |
Her kırmızı kan hücresinin ortalama 270 milyon
hemoglobin molekülü taşıdığı göz önüne alındığında, vücutta oksijen
dağıtımının ne kadar gelişmiş bir boyutta olduğu daha iyi
anlaşılmaktadır. Bu mükemmel dağıtımın yukarıda anlattığımız özel
yaratılışa sahip olması da, son derece önemlidir. Söz konusu moleküller,
sanki oksijenin beraberinde getireceği tehlikeyi hesap edebilir, buna
göre birbirlerinden uzaklaşmaları gerektiğini bilir gibi davranırlar.
Daha da önemlisi, yeryüzündeki her insan vücudunda trilyonlarca
molekülde aynı tedbir mutlaka alınmıştır. Çünkü onlar, Allah’ın
yarattığı ve her an kontrolünde tuttuğu yaratılış örnekleridir. Her biri
Allah’ın, “hükmünü yerine getiren” anlamına gelen Kadi sıfatının
tecellileridir. Ve bu nedenle yeryüzündeki her yaratılış örneği gibi,
Allah’ın varlığını, sonsuz gücünü ve ilmini bize tanıtırlar. Rabbimiz’in
üstün ilmi Kuran’da şu şekilde bildirilir:
|
Hemoglobin hem yapısı hem de görevleri itibariyle son derece özel bir moleküldür. Eğer hemoglobin, oksijene zayıf bağ ile bağlanıp, onu dokulara taşımasını, sonra da dokulardaki atık maddeyi toplayıp oksijeni akciğerde yeniden bırakmasını sağlayan çok özel yapısına ilk andan itibaren sahip olmasaydı kan dolaşımı mümkün olmazdı. Kuşkusuz hemoglobin de, kan dolaşım sisteminin diğer elemanları ile birlikte aynı anda yaratılmıştır. Bir diğer deyişle, kan dolaşımının kökeni evrim değildir. Bu sistem Rabbimiz’in üstün yaratışının delillerinden sadece bir tanesidir. |
İşte gaybı da, müşahede edilebileni de bilen,
üstün ve güçlü olan, esirgeyen O’dur. Ki O, yarattığı herşeyi en güzel
yapan ve insanı yaratmaya bir çamurdan başlayandır. (Secde Suresi, 6-7)
Bu taşıma serüveninde hemoglobin ile oksijen arasında gerçekten de son
derece zayıf bir bağ meydana gelmiştir ve bu bağ herhangi bir durumda
hemen kopmaya hazırdır. Bu zayıf bağın, bir başka yaratılış harikası
olduğu gerçeği ise bir sonraki aşamada karşımıza çıkar. Gerekli dokulara
oksijenin bırakılabilmesi için iki molekülün kolayca birbirlerinden
ayrılmaları gerekmektedir. Aradaki zayıf bağ, bu işlemi
kolaylaştırmaktadır. Eğer arada sağlam bir bağ meydana gelseydi, oksijen
molekülü vücutta taşınmasına rağmen dokularda bırakılamayacak, oksijen
yüklü alyuvarlar dokuların yanından geçip gidecekti. Bu ise bizim için
mutlak bir ölüm demektir.
Zayıf bağın oluşup kırılma oranı da ince bir
düzenle belirlenmiştir. Oksijen molekülünün hemoglobine bağlanmasını
sağlayan ortam, yüksek oksijen basıncıdır. Vücutta oksijen basıncı
düştüğünde oksijen ve hemoglobin arasında meydana gelmiş olan zayıf bağ
kırılır ve oksijen hemoglobinden ayrılır. İşte bu mekanizma
akciğerlerden dokulara oksijen taşınmasının temelini oluşturmaktadır.25 Vücutta
böyle bir mekanizmanın hiç kesintiye uğramadan işliyor olması
gerekmektedir. Eğer oksijen basıncı ihtiyaç duyulan zamanda ve ihtiyaç
duyulan yerde düşmezse, dokular hiçbir zaman nefes alamazlar. Oksijensiz
bir doku ise varlığını uzun süre devam ettiremeyecektir.
Aynı durum kan basıncı için de geçerlidir.
Hemoglobinin bir dokuya ne kadar oksijen vereceğini belirlemesi, ancak
bir kan basıncı sabitliği söz konusu olduğunda mümkün olabilmektedir.
Kandaki bu basıncın sabit durabilmesi ise hemoglobin molekülünün oksijen
ve karbondioksit dışında taşıdığı bir başka molekül ile mümkün olur:
Azotmonoksit. Eğer hemoglobin beraberinde azotmonoksit taşımıyor
olsaydı, kan basıncı sürekli olarak değişim gösterecek ve gerekli
dokulara gerekli miktarda oksijen verilmemesi ya da aşırı oksijen
verilmesi durumu ortaya çıkacaktı.26 Bu durumda da dokular ya yanacak ya da oksijensizlikten öleceklerdi.
Hemoglobin molekülü ile ilgili şimdiye kadar verdiğimiz tüm bilgiler
onun yaşam için özel yaratılmış bir yapı olduğunu açıkça
doğrulamaktadır. Bu molekül, canlıların yeryüzündeki gelişimini tümüyle
rastlantılara bağlayan Darwinistler için önemli bir sorun teşkil
etmektedir. Eğer Darwinistler hemoglobinin rastlantıya dayalı
mutasyonların bir eseri olduğu iddiasında ısrar edeceklerse; vücudun
içinde, oksijen ile son derece hassas bir kimyasal uyuma sahip olan
hemoglobin adlı molekülün genetik bilgisinin nasıl ortaya çıktığını ve
bu genetik bilgi var olmadan önce, kan dolaşımlı canlıların nasıl
solunum yaptıklarını, oksijeni nasıl dokulara taşıdıklarını
açıklamalıdırlar.
Unutmamak gerekir ki, hemoglobinin varlığı kan dolaşımı için zorunludur
ve oksijen soluyarak yaşayan hiçbir organizma, bu molekülün rastlantısal
mutasyonlarla oluşmasını ve zaman içinde mükemmelleşmesini bekleyemez.
Eğer hemoglobin, oksijene zayıf bir bağla bağlanacak ve böylece onu
dokulara taşıyacak, sonra da dokulardaki atık maddeyi toplayıp bunu
akciğerde yeniden bırakacak olan çok özel yapısına ilk andan itibaren
sahip olmasaydı, kan dolaşımı mümkün olmazdı. Bu da bizlere kan
dolaşımının, kalp, damar ağı, kan sıvısı gibi zaten kendi içinde son
derece kompleks olan dokuların yanında, hemoglobin gibi özel
moleküllerle birlikte bir anda ve eksiksiz olarak ortaya çıkmış olması
gerektiğini gösterir. Bir diğer ifadeyle kan dolaşımının kökeni evrim
değil, bilinçli yaratılıştır.
Canlılar alemi içinde ‘nasıl’ ve ‘neden’ sorularına verilebilecek her
cevap, açıkça yaratılış gerçeğinin birer izahı olacaktır. Bundan
dolayıdır ki, Darwinistler, yaşamın kompleks yapısının nasıl ortaya
çıktığı sorusuna hiçbir zaman cevap getirememektedirler. Karşılarına
çıkan her eser, istediğini istediği gibi yapmaya gücü yeten, Kadir olan
Allah’ın yaratmasıdır. Kuran’da bu gerçek şu şekilde bildirilir:
|
Artık, doğuların ve batıların Rabbine yemin ederim; Biz gerçekten güç yetireniz. (Mearic Suresi, 40) |
Hemoglobin ile ilgili olarak Darwinistleri açmaza sokan, sadece
hemoglobinin oksijen taşıma özelliği değildir. Hemoglobin aynı zamanda
verdiğimiz nefes ile dışarı attığımız karbondioksiti de hücrelerden
teker teker toplama yeteneğine sahiptir.
|
|
Karbondioksitin kanda taşınması oksijen kadar riskli
değildir. İşte bu nedenle karbondioksit kanda oksijenden çok daha büyük
miktarlarda taşınabilir. Dinlenme sırasında 100 ml kan, dokulardan
akciğerlere ortalama 4 ml karbondioksit taşır. Oksijen taşıyan
hemoglobin kana parlak kırmızı rengini verirken, karbondioksiti
akciğerlere geri döndüren hemoglobin parlaklığını kaybeder ve koyu
kırmızı, mora yakın bir renk alır. Deri yüzeyindeki damarların koyu renk
görünmesinin nedeni işte budur.
Karbondioksit, kan içinde genellikle karbonik asik formunda taşınır.
Sadece ortalama %5′lik bir kısmı hemoglobine bağlanarak akciğerlere
iletilmektedir. Karbondioksidin %10′luk bir kısmı ise çözünmüş gaz
halindedir.
Karbondioksit, hemoglobine oldukça zayıf bir
bağ ile bağlanır. Serbest kalıp hemoglobinden uzaklaşması aşamasında ise
devreye giren faktör yine oksijendir. Haldane etkisi dediğimiz bu
kimyasal olayda, karbondioksitten daha kuvvetli bir asit olan oksijen
hemoglobine bağlanır ve karbondioksitin kandan uzaklaşmasını sağlar.
Haldane etkisi, dokularda oksijen ihtiyacı baş gösterdiğinde,
hemoglobinin oksijenden ayrışıp daha fazla karbondioksite tutunmasını
sağlarken, aynı kimyasal etki akciğerlerde tam tersi etki
göstermektedir. Oksijen miktarının daha fazla olduğu akciğerlerde, güçlü
asit etkisi ile oksijen hemoglobine bağlanmakta ustaca davranır ve
karbondioksit, çıkış kapısına geldiğinde, “mecburen” bağlı olduğu
hemoglobinden ayrılmak zorunda kalır.27
Bahsettiğimiz bu işlem, son derece kompleks kimyasal bir olaydır. Burada
dikkat çekilmesi gereken nokta ise, hemoglobinin oksijen ve
karbondioksit alışverişini yaptığı noktaların mükemmel bir hassasiyetle
belirlenmiş olmasıdır. Hemoglobin, dokularda oksijeni bırakmalı ve
karbondioksiti yüklenmelidir, karbondioksitin çıkış yeri olan
akciğerlerde ise söz konusu alışverişin tersi yapılmalıdır. Bu değişim,
bedenin hiçbir zaman bir başka noktasında gerçekleşmez. Bu dönüşüm
sistemini sağlayan kimyasal dengenin, kan dolaşımıyla aynı anda ortaya
çıkmış olması ise zorunludur, zaman içinde, rastlantısal mutasyonlarla,
kademe kademe evrimleşmesi mümkün değildir.
Kimi zaman da kandaki hemoglobin genellikle dış
etkilerle oluşan karbonmonoksite bağlanır. Karbonmonoksit zehirlenmesi
adı verilen olay işte budur. Hava gazı, kömür gazı veya egzozdan çıkan
gazların havaya karbonmonoksit olarak karışmasının ardından vücuda
alınan bu gaz kandaki hemoglobine bağlanır. Böylece hemoglobine bağlı
veya bağlanacak olan oksijenin yerine geçer. Hemoglobinin
karbonmonoksite ilgisi ise oksijene olan ilgisinden daha fazladır.
Hemoglobin karbonmonoksite 500 kez daha sıkı bağlanır ve bu durum
oksijen eksikliğinden ölüme neden olabilir.28
Hemoglobinin İçindeki Demir Mucizesi
Hemoglobinde bulunan ve oksijenin taşınması
işleminde büyük bir payı olan demir, Allah’ın yarattığı büyük
mucizelerden bir tanesidir. Çeşitli yollarla vücuda ve doğruca ince
bağırsağa alınan demir bir globin proteinine bağlanarak kan plazmasına
doğru hareket eder. Burada demiri taşıyan moleküle “apotransferrin” adı
verilir. Demir globin molekülüne serbest olarak bağlanmıştır ve vücudun
herhangi bir yerinde, herhangi bir dokunun hücrelerinde serbest
kalabilir. Demirin hücreler tarafından alımının kontrolü büyük ölçüde
demir taşıyan molekül olan apotransferrine aittir. Apotransferrin, kanda
sadece demiri taşımakla kalmaz, aynı zamanda hücre içine girerek bu
molekülü gerekli bölgeye bırakır. Vücut demire doymuş duruma geldikten
sonra, karaciğer daha az miktarlarda apotransferrin üretmektedir. Bir
başka deyişle, karaciğer vücudun ihtiyacını belirler ve ihtiyaca göre
bir üretim yapar. Böylece vücut içinde demirin taşınma işlemi azalır.29
|
Şüphesiz Biz insanı, karmaşık olan bir damla sudan yarattık. Onu deniyoruz. Bundan dolayı onu işiten ve gören yaptık. (İnsan Suresi, 2) |
Bu durumda vücut içinde oldukça düzenli bir haberleşme
sisteminin olduğuna bir kez daha şahit oluruz. Demirin vücutta fazla
miktarda yayılması son derece ciddi rahatsızlıkları da beraberinde
getirecektir. Ancak Allah’ın bir nimet olarak yarattığı söz konusu
kontrol mekanizması ile üretimin hangi miktarda yapılması gerektiği
adeta bellidir. Her an vücutta bu hassas ölçüm yapılır ve yaklaşık 100
trilyon hücrenin her birinin hangi miktarda demire ihtiyacı olduğu
belirlenir. İhtiyaca göre yapılan üretim aynı zamanda bir nevi
tasarruftur.
Demirin vücuttaki emilim hızı oldukça yavaştır. Maksimum hız, günde
ancak birkaç miligramdır. Bu demektir ki, besinlerle aşırı miktarda
demir alınsa bile bunun yalnızca az bir bölümü vücutta kullanılacaktır.
|
KARACİĞER HÜCRESİ |
Ancak geri kalan miktar israf edilmez. Kanda dolaşan
demire artık vücudun ihtiyacı yoksa, bu durumda fazla demir iyonları
daha sonra kullanılmak üzere saklanır. Vücuttaki bütün hücreler,
özellikle karaciğer hücreleri, adeta daha sonra kullanılacağını
bilircesine, söz konusu fazla demiri kendi içlerinde depo ederler. Böyle
bir depolama işleminden hücrelerin haberdar olması ise son derece
önemlidir. Hiçbir hücre, kendisine gelen demiri başıboş ve kontrolsüz
olarak kullanmaz. Hiçbir hücre, diğerlerinden farklı bir karar vererek
demir iyonlarını bir kenara atmaz. Ellerinde çok değerli bir hazine
sakladıklarının farkında gibi hareket ederler. Bu gerçek bize gösterir
ki, hücreler içinde kusursuz bir planlama vardır. Söz konusu bu plan,
sürekli olarak kontrol altında tutulmaktadır. Açıktır ki, bu plan ve
kontrol, herşeyi idare edip ayakta tutan, Kaim olan Allah’a aittir. Bu
harika sistemdeki kusursuzluğun sebebi budur.
Allah’ın Zatını görmemiz kuşkusuz ki mümkün değildir. Ancak akıllı ve
vicdanlı bir insan, çevresindeki bu gibi yaratılış örneklerine bakarak
Allah’ın mutlak ve Yüce varlığını hemen görüp anlayabilir. Allah’ın
mutlak varlığına ilişkin delliler, tüm açıklığıyla gözler önündedir.
Rabbimiz, Kendi üstün sanatını bir ayette şu şekilde tarif eder:
O Allah ki, Yaratan’dır, (en güzel bir biçimde) kusursuzca var
edendir, ‘şekil ve suret’ verendir. En güzel isimler O’nundur. Göklerde
ve yerde olanların tümü O’nu tesbih etmektedir. O, Aziz, Hakim’dir.
(Haşr Suresi, 24)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder