BİLİNÇLİ TASARIMA MÜKEMMEL BİR ÖRNEK: KANIN PIHTILAŞMASI
|
Kuşkusuz Darwin herhangi bir yerini yaraladığında o bölgede meydana gelen pıhtılaşma faaliyetlerini biliyor olsaydı, teorisi için bir başka büyük çıkmazla karşı karşıya olduğunu anlardı.Günümüzün Darwinistleri bu önemli gerçeğin açıkça farkındadırlar. Buna rağmen bu teoriyi desteklemeleri, Darwinizm’in, Allah inancına ve yaratılış gerçeğine karşı geliştirilmiş bir ideoloji olduğunu göstermektedir. |
“Charles Darwin, Galapagos Adaları’nın kayalıklarında
dolaşırken -kendi adını alacak ispinozları incelerken- mutlaka elini
kesmiş veya dizini yaralamış olmalı. Genç bir maceracı olan Darwin,
herhalde bunun üzerinde pek fazla durmamıştır. Bir adada araştırma yapan
bilim adamları için acı, hayatın gerçeği sayılır ve işlerinin
tamamlanması gerekiyorsa bunu dikkate bile almamak gerekir.
Sonunda akan kan duracak ve açık yara
iyileşecektir. Darwin bunu fark etseydi, aslında neler olup bittiği
hakkında pek fazla şey söyleyemeyecekti. Kanın pıhtılaşma sistemini
bilmediğinden, altında yatan mekanizmaların da neler olabileceğini bile
tahmin edemezdi; zaten moleküler düzeyde hayatın mekanizmalarının
açıklanması için yüz yıl geçmesi gerekiyordu.”61
Bir evrimci için, doğada açıklanması mümkün olmayan pek çok şey vardır.
Eğer bir mekanizma, kendi kendine oluşamayacak kadar kompleksse ve aynı
zamanda çalışabilmesi için bütün parçalarının eksiksiz olarak birarada
olması gerekiyorsa, bu durum söz konusu evrimci için savunduğu teoriyi
ortadan kaldırmaya yetecek kadar büyük bir delildir. Darwin de dahil
olmak üzere, hayatları boyunca evrimciler “indirgenemez bir
kompleksliğe” sahip pek çok mekanizma ile karşılaşmışlardır. Bunların
belki de en önemlilerinden biri, bedenimizde son derece doğal bir
şekilde gerçekleşen kanın pıhtılaşması olayıdır.
Olağanüstü kompleksliğinden dolayı “gözü düşünmek beni teorimden
soğuttu” diyen Darwin’in yaşadığı dönemde kanın pıhtılaşması gibi
bilmediği daha pek çok kompleks sistem vardı. Profesör Michael Behe’nin
de belirttiği gibi, eğer Darwin elini kestiğinde bu yara üzerinde kanın
hangi aşamalarla pıhtılaştığını bilseydi, kuşkusuz bu kendi teorisi için
bir başka büyük çıkmazı daha beraberinde getirecekti. Günümüzde, bu
önemli gerçeği gören, laboratuvarlarda bu olağanüstü mekanizmanın
aşamalarına şahit olan evrimciler de vardır. Tek bir aşaması bile evrim
ile açıklanamayan bu mucizevi olaya rağmen hala evrim destekçilerinin
var olması, Darwinizm’in dine karşı geliştirilmiş bir ideoloji,
yaratılış gerçeğini inkar etmek için ortaya atılmış bir dogma olduğunu
bir kez daha kanıtlamaktadır.
Bir Yaralanmanın Ardından Vücutta Yaşananlar
|
Bir yerinizi yaraladığınızda pıhtılaşma için görevlendirilmiş 40 kadar madde harekete geçer. Birkaç saniye sonra vücuttaki tüm sinirler ve tamir sistemleri uyarılmıştır. Allah’ın bedenimizde yarattığı müthiş kontrol mekanizması bir kez daha karşımızdadır. |
Bir kaba bir miktar sıvı koyun ve kabın altından bir
delik açın. Sıvı, her ne olursa olsun, mutlaka kabın altındaki bu
delikten dökülmeye başlayacak ve kabın tamamı boşalana kadar da
dökülmeye devam edecektir. Bu sıvıyı durdurabilmeniz için deliği bir
şekilde kapatmanız gerekir. Aksi takdirde durdurmanız imkansızdır.
Yeryüzünde, bir ağ örerek, açılan deliği kendi kendine kapatabilen tek
sıvı “kan”dır. İşin daha da mucizevi yanı, bunu yapan kanın, müthiş bir
hızla hareket halinde oluşudur.
Bir yerinizi yaraladığınızda, yaralanan yerde gerçekleşen işlemlerin
farkında bile olmazsınız. Oradan akan kanın bir süre sonra duracağından
ve birkaç hafta içinde yaranın tamamen kapanıp ortadan kaybolacağından
eminsinizdir. Kanamanın durması ve yaranın kapanması için sizin pek bir
şey yapmanıza gerek yoktur. Zaten kan eğer bunu kendi kendine yapmazsa,
bu akışı durdurup yaranın kapanmasını sağlayacak bir yolunuz da yoktur.
Ne yaparsanız yapın, kanın bu sürekli akışını engelleyemezsiniz. Bunu
yapmak için ancak, kanı pıhtılaştıran faktörlere ihtiyacınız vardır.
Peki nedir bu faktörler?
Kanda ve dokularda pıhtılaşmanın meydana
gelmesini sağlayan 40′dan fazla madde bulunur. Bunların bir kısmı
pıhtılaşmayı başlatır, bir kısmı hızlandırır, bir kısmı da pıhtılaşmayı
sona erdirir. Bedende pıhtılaşma, pıhtılaşmayı hızlandıran faktörler ile
pıhtılaşmayı engelleyen faktörler arasındaki dengeye bağlıdır. Normal
şartlarda pıhtılaşmayı engelleyen faktörlerin hızlandıranlardan daha çok
olması gerekmektedir. Böylelikle bedende kontrolsüz bir pıhtılaşma
durumu söz konusu olmaz. Hızlandırıcı faktörün engelleyici faktörden
daha fazla olduğu tek an, bir damarın zedelenme anıdır.62
Damar zedelendiğinde vücutta oldukça yoğun bir hareketlenme başlar.
Birkaç saniye sonra vücuttaki tüm sinirler ve tamir sistemleri
uyarılmıştır. Pıhtılaşma mekanizmaları, daha önce trombositler konusunda
incelediğimiz gibi, kaybedilen kan miktarını azaltmıştır. Yaranın
bulunduğu yerde salgılanan kimyevi maddeler herhangi bir enfeksiyona
karşı akyuvarları harekete geçirmiştir. Eğer oluşan yara çok büyükse,
alarma geçen beyin ve iç salgı bezleri, kana kimyevi madde ve hormon
ordusu salgılayarak dengesi bozulan vücudun faaliyetlerini düzenlemeye
çalışırlar. Bu, Allah’ın bedende yarattığı olağanüstü bir kontrol
mekanizmasıdır.
|
Vücutta kanamanın durması son derece önemlidir. Eğer kanama durdurulamazsa, beyin, böbrekler gibi hayati organlar kan basıncının düşmesi ve sıvı miktarının azalması nedeniyle zarar görecektir. Ancak bir damar zedelendiğinde bu olağanüstü pıhtılaşma ağını oluşturan faktörler hemen görev başındadır. |
Ağır tahribatlarda büyük önlemler alınması ve açılan
yarada pıhtılaşma işleminin hemen başlaması gerekmektedir. Bunu sağlamak
için olağanüstü hızda bir iletişim sistemi şarttır. Sinirlerin beyne,
tahribatın sınırları hakkında bilgi göndermesinin ardından sadece 50
milisaniye geçmiştir. Bu, gerçekten de baş döndürücü bir hızdır. Kişi,
belki de, henüz bedeninde bir yara açıldığının bile farkında değildir.
Eğer kanama durdurulmazsa, vücuttaki kan basıncının düşmesi ve sıvı
miktarının azalması başta beyin olmak üzere tüm vücut organlarına zarar
verecektir. Kan kaybı nedeniyle beyin fonksiyonları durduğunda önce
baygınlık, yaklaşık 30 saniye içinde de şuur kaybı meydana gelir.
Ardından normal bir kan basıncı ile çalışabilen böbrekler, kan
basıncının düşmesi sonucunda işlevlerini yerine getirememeye başlarlar.
İşte bu nedenle kanamanın hemen durması çok önemlidir.
İlk önlemler ise hayatidir. Damarın
kesilmesinden sonraki iki saniye içinde damarın duvarı ani bir spazm ile
yani bir refleks hareketi ile kasılır. Kalın duvarlara sahip olan
atardamar ise başka bir önlem alır ve otomatik olarak kapanarak vücuda
kan akışını en aza indirmeye başlar. Damarda kanama ne kadar fazlaysa,
spazm da o kadar çok olur. Söz konusu refleks hareketi 20-30 dakika
kadar sürebilir. Bu önlemin ardından trombositler devreye girerler.
Kanama çok yoğun ise 10-15 saniye içinde, kanama yoğun değilse 1 veya 2
dakika içinde trombosit pıhtısı meydana gelir ve kan akışı büyük ölçüde
durdurulur.63
Artık yaranın tamamen kapanması ve vücut fonksiyonlarının eskisi gibi
devam etmesi gerekmektedir. Bu nedenle artık devreye pıhtılaşma
mekanizması girer.
Olağanüstü Niteliklerdeki Bir Balık Ağı|
Damarda bir zedelenme oluştuğunda (altta) trombosit adı verilen partiküller (üstte sağda), kanın vücuttan dışarı akmasını engellemek için bir dizi reaksiyon başlatan kimyasallar salgılarlar. Bu reaksiyonlardan bir tanesi, kan hücrelerinin ve plazmanın yolunu kesecek bir ağ meydana getiren fibrinin üretilmesidir. (üstte solda) Böylece vücutta kan kaybına karşı acil bir önlem alınır. |
Kanda pıhtılaşmaya etki eden 40 faktörü tek bir sitede
detaylı olarak incelememiz imkansızdır. Bu nedenle, pıhtılaşma
sisteminin sadece ana elemanlarını tanıtmak yerinde olacaktır. Daha önce
plazma konusunu incelerken, plazmanın içinde bulunan proteinlerden bir
tanesinin de fibrinojen olduğunu belirtmiştik. Fibrinojen pıhtılaşma
mekanizmasının en önemli elemanlarındandır ve pıhtı malzemesinin kandaki
durağan halidir. Tuzun suda erimesi gibi, o da plazma içinde erimiş
durumdadır. Vücutta herhangi bir yara oluşana kadar, son derece sakin
bir şekilde dolaşır durur.
Vücutta bir yara meydana geldiğinde, trombin adındaki bir başka protein,
fibrinojenin zincirindeki üç halkadan iki tanesini keser. Artık bu
protein, fibrinojen değil “fibrin”dir ve bu aşamadan sonra aktif
haldedir. Fibrinin kesilen yüzeyleri yapışkan parçalara sahiptir. Bu
yapışkan parçalar da diğer fibrinlerin gelerek kendisine yapışmalarına
neden olur. Fibrinlerin birbirlerine yapışarak meydana getirdikleri bu
kütle, kanın akışını durdurmak için meydana getirilmiş ilk pıhtıdır. İlk
aşamada detaylı bir çalışma yapılmadan bu ilk pıhtının oluşturulması
için gayret gösterilir. Buradaki amaç, kanı durdurmak, aynı zamanda da
en az protein kullanarak bir ilk yardım yapmaktır yani proteinden
tasarruf etmektir.
Vücutta yaranın açılması ile aniden harekete geçen trombin, bulduğu
bütün fibrinojenlerin zincir halkalarını kesmeye başlar. Fakat trombinin
bunu sürekli olarak veya yaranın bulunduğu yerden farklı bir yerde
yapmaması gerekmektedir, çünkü eğer bu şekilde bağımsız hareket ederse,
kestiği tüm fibrinler birbirlerine yapışacak ve dolaşım içinde
kontrolsüz pıhtılar meydana gelecektir. Oluşan bu pıhtılar ise
damarların tıkanmasına yol açacaktır. Bu durumda trombinin bir şekilde
“baskı altında tutulması” ve gerekli zamanda gerekli şekilde hareket
etmek için bir ültimatom alması gerekmektedir.
|
Elektron mikroskobunda görüntülenen kan pıhtısının bir kısmı. Kırmızı kan hücreleri fibrin ağının içinde asılı durumdalar. Yaralanan damarda pıhtı oluşumu, son derece mucizevi bir olaydır. Pıhtının oluşumu için çok fazla sayıda faktör ve enzim iş başındadır. Bu parçaların hepsi zincirleme çalışarak birbirlerine harekete geçirirler. Örneğin bu mekanizmada sadece trombini üreten 16 farklı parça vardır. Bunlardan bir tanesinin devre dışı kalması pıhtılaşma işlemini sona erdirecektir. Evrim teorisine göre, devreye giren sayısız proteinden bir tanesinin mutlaka ilk olarak oluşmuş olması ve aradan geçen uzun zaman dilimleri içinde de diğerlerinin sırayla oluşmaları gerekmektedir. Ancak elbette böyle bir bekleme sürecine hiçbir canlı dayanamayacaktır. Böyle bir sistem ancak herşeyi ile eksiksiz olarak var olduğu takdirde işleyebilir. Bu da bize, bu mükemmel sistemlerin Allah’ın yaratışının örnekleri olduğunu açıkça göstermektedir. |
Bu aşamada, söz konusu mekanizmanın bir “indirgenemez
komplekslik” olduğunu kanıtlayan bir bağlantı daha karşımıza çıkar:
Trombini harekete geçiren bir başka protein olan Stuart faktörü. Stuart
faktörü, kanda bulunan protrombini keserek onu aktif durumda bir trombin
haline dönüştürür. Ancak burada bir problemle karşı karşıya kalırız.
Eğer Stuart faktörü, amaçsızca gördüğü her protrombini trombin haline
dönüştürürse, yine kontrolsüz bir hareketlenme meydana gelecek ve
dolaşım içinde pıhtılaşma oluşma ihtimali artacaktır. Bu durumda Stuart
faktörünün de kanda sürekli olarak aktif halde bulunmaması ve
hareketlenmek için ültimatom beklemesi gerekmektedir.
Stuart faktörünün harekete geçebilmesi için ültimatom, Akselerin adındaki bir başka proteinden gelir. Ancak Akselerin de kanda kendi halinde dolaşan bir proteindir. Kanda kendi halinde dolaşan bu proteinin de aktifleşmesi gerekmektedir. Ve elbette bunun için de bir proteine ihtiyaç vardır. Ancak işin en şaşırtıcı yanı, Akselerinin hareketlenmesini sağlayan proteinin “trombin” olmasıdır. Oysa hatırlayacağınız gibi trombin bu sıralamada Akselerinin olduğu yerden daha sonra gelmektedir. Peki böyle bir şey nasıl olur?
Stuart faktörünün harekete geçebilmesi için ültimatom, Akselerin adındaki bir başka proteinden gelir. Ancak Akselerin de kanda kendi halinde dolaşan bir proteindir. Kanda kendi halinde dolaşan bu proteinin de aktifleşmesi gerekmektedir. Ve elbette bunun için de bir proteine ihtiyaç vardır. Ancak işin en şaşırtıcı yanı, Akselerinin hareketlenmesini sağlayan proteinin “trombin” olmasıdır. Oysa hatırlayacağınız gibi trombin bu sıralamada Akselerinin olduğu yerden daha sonra gelmektedir. Peki böyle bir şey nasıl olur?
Vücutta bunun için tedbir alınmıştır. Normal
şartlarda kanda her zaman bir miktar trombin bulunur. Dolayısıyla
kandaki bu hareketlenmeyi başlatan kanda hazır bulunan, söz konusu
trombin molekülleridir. Ancak herşeye rağmen, kanın pıhtılaşması
işleminde ardı arkasına gelen bu aktifleşmelerin nasıl sağlandığı ve ilk
planda trombinin nasıl hareketlendiği henüz tam olarak
anlaşılamamıştır.64
Buraya kadar anlattığımız aşamalarda önemli
olan, vücuttaki bu benzersiz sistemin olağanüstü kompleksliğidir.
Üstelik, henüz burada detayları anlatılmamış olan pek çok protein ve
enzim bulunmaktadır. Sadece trombini üreten 16 farklı enzim olduğu
düşünüldüğünde, tüm bu aşamalarda devreye giren tek bir enzimin
çıkarılmasının mekanizmayı tamamen durduracağı açıktır.65 Örneğin
eğer Stuart faktörü protrombini keserek onu trombine dönüştürmezse,
trombin fibrinojenin yanından sakince geçip gidecek, bu arada da
yaralanan kişi muhtemelen kan kaybından ölecektir. Aktifleşenler,
aktifleştirenler ve pıhtılaşmayı sağlayanların tümü aynı anda birarada
bulunmak zorundadırlar. İşte tek bir parçayı bile ayırmamızın mümkün
olmadığı “indirgenemez komplekslik” budur.
Darwinistlerin karşı karşıya kaldıkları zorluk, bu tanımlamalardan sonra
daha açık anlaşılmaktadır. Evrim teorisine göre, devreye giren sayısız
proteinden bir tanesinin mutlaka ilk olarak oluşmuş olması ve aradan
geçen uzun zaman dilimleri içinde de diğerlerinin sırayla oluşmaları
gerekmektedir. Ancak elbette böyle bir bekleme sürecine hiçbir canlı
dayanamayacaktır. Sistem eksiksiz olmadığı sürece de “ara aşamalar”
fayda sağlamayacak, dolayısıyla aslında bir “ara aşama” var
olmayacaktır. Bu muazzam sistem, hiçbir şüpheye meydan vermeyecek
şekilde, tüm sistemleri, enzimleri, mekanizmaları ile tek bir anda
oluşmuş ve faaliyetine başlamıştır. Bu sistemi tüm muhteşem özellikleri
ve kompleksliği ile yaratan Yüce Allah’tır. O, yerleri ve gökleri
yaratmış, yarattığı her varlıkta Kendi ilmini sergilemiştir. İşte
Darwinistlerin kabullenmekten kaçındıkları gerçek budur.
Mükemmel Organizasyonda Akılcı Önlemler
Vücudun korunması için gereken tek bir işlemde alınan tedbirler dahi
hayret vericidir. Pıhtılaşma, vücudun koruma özelliklerinden sadece bir
tanesidir. Devreye giren ve önlem alan binlerce hücrenin çabaları ise
gerçek anlamda göz kamaştırıcıdır.
Vücudunuzun herhangi bir yerinde meydana gelen
pıhtının bir süre sonra büzüştüğünü fark edersiniz. Bunun nedeni
pıhtının oluşmasından sonraki bir-iki dakika içinde kasılmaya başlaması
ve 30-60 dakika içinde de içindeki sıvının ayrılmasıdır. Bu büzüşme
rastgele meydana gelmez, vücudunuzdaki akıllı pıhtlaşma hücrelerinin
aldıkları mükemmel bir tedbir örneğidir. Yaranın büzüşmesi sırasında
tekrar devreye giren hücreler ise, trombositlerdir. Trombositler,
büzülmenin meydana gelmesi için daha önce sözünü ettiğimiz kontraktil
proteinlerini salgılarlar. Büzüşen pıhtı, kan damarlarının yırtılan
kenarlarını biraraya çeker ve bunların birbirlerine daha çabuk
bağlanmalarını sağlar. Bir başka deyişle pıhtılaşmanın hızlanmasına
yardımcı olur. Trombositler tekrar devreye girdiklerinde, meydana gelen
pıhtı iplikçiklerinin sağlamlaşması için bu ipliklerin bağlantı
yerlerine tutunurlar. Aynı zamanda salgıladıkları bir madde ile oluşan
çapraz bağlar arasındaki fibrini de iyice sabitleştirirler.66
|
Kanın sadece yaranın bulunduğu yerin üzerinde pıhtılaşması son derece önemlidir. Antitrombin adı verilen protein, kanı pıhtılaştıran tüm proteinleri birer birer durdurur. Böylelikle kan, sadece ilgili yerde ve yeterli miktarda pıhtılaşmaktadır. Bu mükemmel sistemdeki tek bir aksama kanın damarlarda pıhtılaşmasına neden olacak ve bu durum ölüme bile sebebiyet verebilecektir. |
Kan, çeşitli nedenlerden dolayı sadece yaranın bulunduğu
yerin üzerinde pıhtılaşır. Milimetrenin binde dokuzu kalınlığındaki
kılcal damarları düşündüğümüzde, bunun ancak mükemmel bir organizasyonun
ve hassas bir matematik hesabının sonucu olduğu açıkça anlaşılmaktadır.
Çünkü kanın, nerede ne miktarda pıhtılaşması gerektiğini bilmesi ve
yeterli seviyeye gelince karar vererek pıhtılaşmayı durdurması şarttır.
Bu aşamada devreye giren bir protein vardır: Antitrombin. Antitrombin,
kanın pıhtılaşması için aktifleşmiş olan tüm proteinleri birer birer
durdurur. Elbette antitrombinin devreye girmesi için de sayısız enzim
görev başındadır. Buradaki işlemler fazla detaylara girilmeden ele
alınacaktır.
Yaranın, ilk iyileşmeye başladığında ne kadar
hassas olduğu herkesçe bilinir. En küçük bir darbe hemen yaranın tekrar
açılmasına ve kan akışının başlamasına neden olur. Vücutta bunun için de
bir tedbir alınmıştır. Fibrin sabitleme faktörü adı verilen bir protein
pıhtıyı oluşturan fibrinleri birbirlerine iyice bağlayarak sıkıştırır.
Eğer böyle güçlendirici bir faktör olmasaydı, yara bizim günlük sıradan
hareketlerimizle bile hemen açılacak ve bu bölgenin iyileşmesi asla
mümkün olmayacaktı. Pıhtılaşma sırasında alınan bir başka önlem de
pıhtının ortadan kaldırılışı ile ilgilidir. Yaranın iyileşmesinin
ardından oluşan pıhtının da bozulması gerekmektedir. Plazmin adı verilen
bir protein bu görevi üstlenmiştir. Plazmin fibrinlerin yanına gider ve
onları teker teker keserek pıhtıyı bozar. Aslında plazmin bu işi,
fibrinlerin ilk oluştuğu anda yapmaya başlar. Bir başka deyişle
fibrinler biraraya gelerek pıhtıyı oluşturmaya çalışırlarken, plazmin de
bir yandan oluşan bu fibrinleri kesmekle meşguldür. Bu iki işlemin
zamanlaması o kadar dengeli yaratılmıştır ki plazmin fibrinleri kesip
ortadan kaldırmaya çalışırken, yara da iyileşir. Yaranın meydana
gelmesinde fibrinin oluşumu ne kadar hızlıysa, onun plazmin tarafından
ortadan kaldırılışı da o kadar yavaştır ve işlemler tam olması gereken
zamanda biterler.67
| Gerçek şu ki, Allah benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz’dir. Öyleyse O’na kulluk edin. Dosdoğru yol budur. (Meryem Suresi, 36) |
Bu mekanizmanın sadece yukarıda genel hatları ile
anlattığımız kadarını bilen bir insan bile, böyle bir sistemde rastgele
gelişen herhangi bir olayın nasıl bir zarara sebep olabileceğini
rahatlıkla tahmin edebilir. Bu durumda evrimcilere sormak gerekir, acaba
hangi tesadüf pıhtılaşma için son derece önemli olan bir proteini
üreterek onu kanın içine yerleştirmiştir? Hangi tesadüf, onu harekete
geçirmek için bir başka protein üretmesi gerektiğini düşünmüş ve buna
göre birbirine bağımlı bir zincir oluşturmuştur? Hangi tesadüf proteine,
tam vücut yaralandığı anda harekete geçmesi gerektiğini öğretmiş ve
hangi tesadüf yara iyileştiği anda faaliyetini durdurmuştur? Bu
tesadüfler, milyonlarca insanda nasıl aynı sıralama ile kusursuz bir
şekilde meydana gelir ve asla kanın pıhtılaşma sistemindeki bu özel
düzeni bozmazlar? Neden trombin, Akselerinden önce harekete geçmez,
neden fibrinojen durup dururken pıhtı oluşturmaya başlamaz? Bu birbirine
bağlı çalışan, olağanüstü sistemin tek bir aşamasının tesadüfen oluşma
imkanı var mıdır?
| ” De ki: “Hiç görmeyen (a’ma) ile gören (basiret sahibi) eşit olabilir mi? Veya karanlıklarla nur eşit olabilir mi?” Yoksa Allah’a, O’nun yaratması gibi yaratan ortaklar buldular da, bu yaratma, kendilerince birbirine mi benzeşti? De ki: “Allah, her şeyin yaratıcısıdır ve O, tektir, kahredici olandır.” (Ra’d Suresi, 16) |
Elbette bu derece muazzam detaylara ve son derece hassas
zamanlama ve dengelere sahip söz konusu düzenin tek bir aşamasındaki
tek bir enzimin bile oluşumu tesadüfi değildir. Tüm sistemi, sistemdeki
her detayı yaratan, bütün varlıklara egemen olan, bütün işleri kontrolü
altında tutan Rakıb olan Allah’tır. Allah vücudumuzdaki tüm sistemleri
son derece kompleks ve kusursuz yaratmıştır. Bu gibi deliller
evrimcilerin tesadüf iddialarının geçersizliğini açıkça sergilemek ve
yaratılış gerçeğini kanıtlamak için yeterlidir. Bu aslında,
Darwinistlerin de açıkça gördükleri ve zaman zaman itiraf ettikleri
büyük bir gerçektir. Ancak onlar, herşeye rağmen inkarlarında ısrar
ederler. Allah Kuran’da şöyle bildirir:
Şimdi onlara sor: Yaratılış bakımından onlar mı daha zorlu,
yoksa Bizim yarattıklarımız mı? Doğrusu Biz onları, cıvık-yapışkan bir
çamurdan yarattık. Hayır, sen (bu muhteşem yaratışa ve onların inkarına)
şaşırdın kaldın; onlar ise alay edip duruyorlar. (Saffat Suresi, 11-12)
Tam ve Mükemmel Çalışan Sistem
Yukarıda anlattığımız birbiri ile bağlantılı bu muazzam sistemin tek bir
halkasının eksik olması durumunda ne olur? Bu, son derece önemli ve
evrimcilerin bu konudaki iddialarını tümüyle geçersiz kılan bir sorudur.
Bu zincirin tek bir halkasını devreden çıkardığımızda kan, pıhtılaşma
işlevini yerine getiremeyecektir.
Bu durum ne tip sonuçlar doğurabilir? Normal şartlarda bir insan,
vücudunda bir Stuart faktörünün veya başka bir proteinin eksikliğini
hissetmez. Ancak vücudun herhangi bir yerinde kanama başladığında bu
eksiklik kendisini hemen gösterir hatta bunun sonuçları hayati olabilir.
Başlayan kanama bir türlü durmaz ve kesik küçük olsa bile son derece
büyük bir sorun haline gelebilir. Dışarıdan etki bu şekildedir. İçeride
ise, aniden başlayan iç kanamalar eklemlere ve kıkırdaklara oldukça
büyük zararlar vermeye başlar ve kanamalar durdurulamazsa sonuç
kaçınılmaz olarak ölüm olur.
Hemofili hastalığı bu duruma en önemli
örnektir. Bu hastalıkta kandaki pıhtılaşma sisteminin “sadece bir üyesi”
fonksiyonunu yerine getirememektedir. Bu durum, kanın pıhtılaşmasını
tümüyle engeller. Pıhtılaşamayan kan, açılan herhangi bir yaradan hiç
durmadan dışarı akacaktır. Dışarıdan bir basınçla engellense bile, yara
hiçbir şekilde kapatılamayacaktır. Bu sorunun halledilmesi için
genellikle kişiye taze plazma takviyesi yapılır veya yetersiz olan
pıhtılaşma faktörü kanama bölgesine verilir.68 Tek
bir faktörün eksikliği, sistemi tamamen işlevsiz hale getirmektedir. Ve
eğer söz konusu tıbbi müdahaleler gerçekleşmezse, kanın akışını
durdurmanın başka bir yolu yoktur.
Hayali evrim sürecinin hiç var olmadığının delillerinden biri de pıhtılaşma sistemindeki mükemmellik ve kompleksliktir.
Darwinistlere göre her faktör aşama aşama gelişmiştir ve
bu durumda aşamaların her biri tek başına işlevsizdir. Pıhtılaşma
sistemi ancak milyonlarca yıl geçip, tüm elemanlar “tesadüfen” biraraya
gelebilmeyi başardıklarında, görevini yapmaya başlayacaktır… Kuşkusuz ki
canlıların böyle bir gelişimi bekleyebilmeleri mümkün değildir. Sadece
bu gerçek bile evrimin tümüyle hayali bir süreç olduğunu göstermek için
yeterlidir.
Mechanisms in Blood Coagulation, Fibrinolysis and the Complement System
(Kanın Pıhtılaşmasındaki Mekanizmalar, Fibrinoliz ve Kompleman Sistem)
isimli kitabın yazarı Torben Halkier, pıhtılaşma sistemindeki
indirgenemez kompleksliği şu şekilde ifade etmiştir:
“Bu tip bir sistem kendi başına bırakılamaz.
Pıhtılaşma işlemindeki başarı, her işlemde oluşan pek çok ince ayarlı
modülasyon ve düzenlemenin bir sonucudur. Biraz daha az veya biraz daha
çok aktivite organizma için eşit seviyede zarar vericidir. Kanın
pıhtılaşmasında asıl konu düzendir.”69
Pıhtılaşma zincirindeki tek bir halkanın hatta bu halkayı oluşturan tek
bir genin bile evrimcilerin iddia ettiği gibi tesadüfen oluşamayacağını,
Leigh Üniversitesi biyokimya profesörü Michael Behe ise şu şekilde
açıklamaktadır:
“Kanı pıhtılaştıran proteinlerin, genlerinin
şöyle bir karıştırılmasıyla oluştuğunu söylemek, düzenli ve anlamlı bir
paragraf oluşturmak amacıyla ansiklopediden rastgele seçilen cümleleri
biraraya getirmeye benzer.”70
Bu sistemin rastgele oluşma olasılığının imkansızlığı ise şu şekilde hesaplanmıştır:
“Kan pıhtılaşma sistemine sahip hayvanların
kabaca 10.000 geni olduğunu düşünelim. Bunların her biri ortalama üç
ayrı parçaya ayrılmıştır. Bu da toplam olarak 30.000 gen parçası
demektir. TPA’nın (pıhtılaşmada rol oynayan proteinlerden bir tanesi)
dört ayrı çeşit baskın geni vardır. ‘Farklı karıştırmalar’ yoluyla bu
dört baskın geni biraraya getirme ihtimali, 30.0004 kadardır. Bu da
yaklaşık olarak 1/109 demektir. Bir milyon kişinin her sene piyango
oynadığı varsayılırsa, herhangi birinin (belirli bir kişi değil) oyunu
kazanmasından önce, yaklaşık bin milyar sene geçmesi gerekmektedir. Bin
milyar sene şu an evrenin tahmin edilen yaşının yüz katı kadardır.”71
|
Gökleri ve yeri bir örnek edinmeksizin yaratandır. O’nun nasıl
bir çocuğu olabilir? O’nun bir eşi (zevcesi) yoktur. O, her şeyi
yaratmıştır. O, her şeyi bilendir.İşte Rabbiniz olan Allah budur. O’ndan
başka ilah yoktur… (En’am Suresi, 101-102) |
Profesör Behe’nin de belirttiği
gibi “Dünyada hiç kimsenin pıhtılaşma şelalesinin nasıl meydana geldiği
hakkında mutlak bir fikri yoktur.”72 Burada
önemli olan, sistemin tesadüflerle oluşamayacak kadar kompleks,
kusursuz ancak üstün bir Yaratıcı’nın eseri olabilecek kadar mükemmel
olduğunu görebilmektir. Yeryüzünde hakim olan yaratılış gerçeğinin
varlığını anlamak vücudumuzdaki gözle görülmeyen sistemlerin her
aşamasında benzeri olmayan bir “aklın” büyük bir ihtişamla ortaya
çıktığını kavramaktır. Aklını kullanabilen hiçbir insan, bu gerçekleri
görmekte tereddüt etmeyecektir. Allah’ın mutlak varlığı, tüm ihtişamı
ile gözler önündedir. Allah, insanın kusursuz yaratılışını bir ayetinde
şu şekilde açıklamaktadır:
O’dur ki, sizi topraktan, sonra bir damla sudan, sonra bir
alaktan (embriyo) yarattı; sonra sizi bir bebek olarak çıkarmakta, sonra
güçlü (erginlik) çağınıza erişmeniz, sonra da yaşlanmanız için size
(belli bir ömür vermektedir). Sizden kiminin daha önce hayatına son
verilmektedir; adı konulmuş bir ecele erişmeniz ve belki aklınızı
kullanmanız için (Allah sizi böyle yaşatır). (Mümin Suresi, 67)
Evrim Teorisi, Kanın Pıhtılaşma Sistemini Açıklayamamaktadır
Michael Behe, indirgenemez komplekslik kavramını ilk olarak gündeme
getirdiğinde, kanın pıhtılaşma mekanizmasını başlıca örnek olarak
vermişti. Bedendeki sayısız indirgenemez komplekslik örneği arasından
özellikle bu sistemi seçmesi, sistemi meydana getiren parçaların hem
ayrı ayrı hem de beraberken sergiledikleri üstün yaratılış örnekleriydi.
Çok geçmeden Behe’nin kanın pıhtılaşma sistemi ile ilgili bu
açıklamalarına evrimci çevreler tarafından yoğun bir tepki geldi. Böyle
kompleks bir sistemin özelliklerinin açıklanması ve bunların birbirinden
bağımsız olarak evrimleşmiş olmalarının imkansızlığının bilimsel olarak
ortaya konması, evrim teorisine karşı önemli bir meydan okumaydı. Tepki
göstermekte gecikmeyenlerin en başında 35 yıllık kariyerinin uzmanlık
konusu “kanın pıhtılaşması” olan California Üniversitesi biyokimya
profesörü koyu bir evrimci olan Russel Doolittle geliyordu.
Doolittle, yeni bir laboratuvar araştırması
ile, farelerde kanın pıhtılaşma sistemindeki iki bileşiğin devreden
çıkarılabileceğinin kanıtlandığını iddia etmişti. Doolittle’a göre, bu
iki bileşik pıhtılaşma mekanizmasında bulunmamasına rağmen fareler
sorunsuz yaşamlarına devam edebilmektelerdi. Ancak gerçekte durum hiç de
Doolittle’ın iddia ettiği şekilde değildi. Doolittle ya araştırma
sonuçlarını tümüyle yanlış okumuş veya insanları yanlış yönlendirebilmek
için önemli birkaç noktayı ihmal etmekte sakınca görmemişti. Araştırma
sonuçlarının yayınlandığı kaynakta (Bugge et al., “Loss of Fibrinogen
Rescues Mice from the Pleiotropic Effects of Plasminogen Deficiency,”
Cell 87, 1996: 709-19) bu farelerin ciddi sağlık problemleri olduğu ve
fonksiyonel bir pıhtılaşma mekanizmalarının olmadığı açıkça
belirtilmekteydi. Yani, Doolittle’ın iddia ettiğinin aksine, farelerin
pıhtılaşma sistemi “indirgenebilir” değildi.73
Doolittle’ın bir başka iddiası ise, pıhtılaşmayı oluşturan proteinlerin benzerliği konusuna dayanmaktadır.74 Proteinlerde
bulunan amino asit sıralamasındaki benzerliğin, onların ortak atadan
gelmelerinin bir sonucu olduğunu iddia eden Doolittle, sistemin bu
şekilde milyonlarca yıl içinde evrimleştiğini öne sürmüştür. Bu evrimci
spekülasyona göre, pıhtılaşma işlemine katkıda bulunan proteinlerin
sıralaması birbirlerine, hatta işleme dahil olmayan diğer proteinlere
bile benzemektedir. Dolayısıyla bunlar, aynı genin kopyalanması
sonucunda meydana gelmelidirler. Bunun da anlamı hepsinin tek bir sözde
ortak atanın kopyalarından oluşmuş olmalarıdır. Bu hayali atanın
kopyalarından oluşan proteinler, zamanla ufak tefek değişikliklere maruz
kalmışlar ve birbirine benzer ama farklı fonksiyonları olan pıhtılaşma
proteinlerinin tümünü meydana getirmişlerdir.
Michael Behe, kanın pıhtılaşma mekanizmasının hayali evrimi için ortaya atılmış bu sözde en büyük iddiaya şu cevabı vermektedir:
“Kanın pıhtılaşmasındaki proteinlere yeni bir protein ekleme işlemi
oldukça şüphelidir. Biri diğerinin önünde, bir başkası bir sonrakinden
önce görev alır ve bir proteini kopyalamak bu şelalede size yepyeni bir
basamak sağlamaz. Kopyalanmış proteinin iki kopyası da aktive edecekleri
aynı proteini hedef alacaklardır. Ve yine bunların ikisi de bir önceki
aynı protein tarafından aktive edileceklerdir. Bu şelalenin nasıl
meydana geldiğini açıklamak için, bir bilim adamının, kopyalanan
proteinin yeni bir hedef ve yeni bir aktivatör ile birlikte şelalede
yepyeni bir basamak haline geldiği detaylı güzergahı belirtmesi
gerekmektedir. Dahası, pıhtılaşma kolaylıkla bozulabilir ve kontrolsüz
olduğunda çok ciddi problemlere yol açabilir. Kanın pıhtılaşmasının
evrimi için öne sürülecek ciddi bir modelde, kanın ne kadar miktarda
pıhtılaşacağı, ne kadar basınca karşı koyacağı, uygunsuz pıhtılaşmaların
hangi sıklıkta olacağı ve bunun gibi pek çok sorunun cevaplanması
gerekmektedir.
|
Yaratan, hiç yaratmayan gibi midir? Artık öğüt alıp-düşünmez
misiniz? Eğer Allah’ın nimetini saymaya kalkışacak olursanız onu bir
genelleme yaparak bile sayamazsınız. Gerçekten Allah, bağışlayandır,
esirgeyendir. (Nahl Suresi, 17) |
Profesör Doolittle, bu
sorulardan hiçbirini açıklamış değildir. Çalışmasını, hangi proteinin
hangisinin atası olduğu konusuna dayandırmış ve ellerini kaldırarak ‘bu
sistemlerin mutlaka doğal seleksiyonla bir şekilde biraraya gelmiş
olmaları gerekir’ gibi bir sonucuna varmıştır. (…) Çalışması yalnızca
(proteinlerdeki) sıralama karşılaştırmalarını içermektedir.
Doolittle’ın, kanın pıhtılaşma şelalesinin doğal seleksiyonla meydana
gelip gelemeyeceği konusunda hiçbir fikri yoktur.”75
Proteinler arasındaki benzerlikler, elbette ki evrim için hiçbir delil oluşturmamaktadır. www.aldatmaca.com Bunun
yanı sıra, Doolittle’ın iddiasındaki kopyalanmış gen, bir öncekinin
aynısı yani bir öncekinin sahip olduğu aynı parçalara sahip bir gen
olacaktır. Sadece kopyalanarak yeni özellikler kazanması mümkün
değildir.
|
Bir kan damarı hasar gördüğünde (sağda altta) kan pıhtısı adı verilen kan hücreleri (sağda üstte) bazı kimyasal maddeler salgılamaya başlar ve kanı durdurmaya yarayan pek çok reaksiyona sebep olurlar. Bu reaksiyonlardan biri fibrin adı verilen bir kimyasal oluşturur, bu da kan akışını engelleyecek bir ağ meydana getirir. (sol üstte) |
Kanın pıhtılaşma sistemindeki özel görevli protenlerin
şu anki varlığını açıklamak için bu bilim adamının, kopyalanmış bir
genin nasıl yeni ve farklı özellikler kazandığını açıklaması
gerekmektedir. Ancak 35 yıllık kariyerini kanın pıhtılaşması konusuna
adamış olan Doolittle için, bu da açıklamasızdır.
Doolittle ile aynı hataya düşen Brown Üniversitesi hücre biyolojisi
profesörü Kenneth Miller da kopyalanmış genlerin, bu özel sistemin
hayali evrimi için bir açıklama olduğu iddiasında bulunmuştur. Miller,
bilimsellikten son derece uzak olan bu iddiasını bir kitabında şu
şekilde açıklamıştır:
“… Kopyalanan genlerden bir tanesi yanlışlıkla
kan dolaşımı içine girmiştir. Burada, aktive edici proteaza maruz kalana
kadar proteinin üretim işlevi durmuş durumdadır. Aktive edilmesi de
ancak damarlardan birisi hasar görünce mümkün olur. Bu noktadan sonra,
mekanizmanın her bir detayı doğal seleksiyon tarafından belirlenir.
Acaba sistemin pek çok aşamalı kompleksliği nereden gelmektedir?
Yine, bunun cevabı da gen kopyalanmasıdır. Pıhtılaşma
proteaz genlerinden bir tanesinin kopyası oluştuğunda, doğal seleksiyon,
var olan proteazı aktive edecek küçük değişiklikleri meydana
getirecektir. Şelalenin hassaslığını artırmak için ekstra bir kontrol
daha eklenmektedir.”76
Söz konusu sistemin nasıl işlediği hakkında en küçük bir bilgi vermeyen
bu açıklamaya, bilimsel cevap kanın pıhtılaşma mekanizmasındaki
olağanüstülüğü görerek, tüm detaylarındaki kusursuz yaratılışı defalarca
açıklayan Behe’den gelmektedir:
“Profesör Miller, problemin ortadan kalkması
için ‘gen kopyalanması’ terimini burada açıkça sihirli bir değnek gibi
kullanmış, ancak problem bir türlü ortadan kalkmamıştır. Miller’in,
doğal seleksiyonun her aşamayı belirlediği yönündeki ön kabulü oldukça
şüphelidir, çünkü pıhtılaşmadaki her aşama oldukça ciddi şekilde
düzenlenmelidir, aksi takdirde oldukça tehlikeli olabilir. (…) Miller’in
ifadeleri, yeni kopyalanmış proteazların hareketlerinin nasıl
belirlendiğini açıklamamaktadır. (…) Bu kısa hikaye, kanın pıhtılaşma
şelalesindeki indirgenemez kompleksliğin, doğal seleksiyon ile nasıl bir
ilişkisinin olduğunu anlama konusunda son derece faydasızdır. Bu benim
aklıma şunu getiriyor: Hikayenin asıl amacı aslında bizlere
pıhtılaşmanın nasıl meydana geldiğini göstermek değil, biyokimyasal
kompleksliklere aşina olmayan kişileri, Darwinizm’in herşeyi kontrol
altına aldığına ikna etmektir. Ancak Darwinizm’in böyle bir kontrolü
yoktur.”77
Daha önce pek çok kere üzerinde durduğumuz, evrimcilerin masalsı
anlatımı, Michael Behe’nin de dikkat çektiği gibi, konuya aşina olmayan
kişiler için ilgi çekici olabilir. Ancak günümüzde, bu yöndeki
çalışmalar arttıkça, eğitim seviyesi geliştikçe, insanlar yeryüzündeki
muhteşem dizaynın detaylarını gitgide daha çok keşfetmekte ve yaratılış
gerçeğini tüm açıklığıyla görmektedirler. Evrimcilerin geleneksel
yöntemleri, çok yakın bir zamanda şimdiki sözde geçerliliğini de
yitirecektir. Bütün bu gerçeklere, insan bedenindeki ve canlılardaki
olağanüstü kompleksiğin detaylarını anlatan bilimsel tüm delillere
rağmen, evrimciler birbirlerinin açıklamalarına sığınarak hala teorileri
için bir çıkar yol aramaya çalışmaktadırlar.
|
Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah’ı zikrederler
ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler. (Ve derler ki:)
“Rabbimiz, Sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek Yücesin, bizi ateşin
azabından koru.” (Al-i İmran Suresi, 191) |
Darwinistler masalsı iddialarını ön plana çıkaracakları
bir ortamın oluşmasını beklemekte, yeryüzündeki muazzam düzen içinde,
kendi iddialarına zemin oluşturacak bir “hata”nın veya bir boşluğun
oluşmuş olmasını ümit etmektedirler. Oysa ayette belirtildiği gibi
yeryüzünde bakıp inceleyecekleri her yerde bir kusursuzluk hakimdir bu
nedenle hiçbir eksiklik bulamayacaklardır.
Üstün güç sahibi, her türlü yaratmayı bilen Yüce Rabbimiz yaratmasında çelişki bulmaya çalışanlarla ilgili olarak Mülk Suresi’ndeki ayetlerde şöyle buyurmaktadır:
Üstün güç sahibi, her türlü yaratmayı bilen Yüce Rabbimiz yaratmasında çelişki bulmaya çalışanlarla ilgili olarak Mülk Suresi’ndeki ayetlerde şöyle buyurmaktadır:
O, biri diğeriyle ‘tam bir uyum’ (mutabakat) içinde yedi gök yaratmış
olandır. Rahman (olan Allah)ın yaratmasında hiçbir ‘çelişki ve
uygunsuzluk’ (tefavüt) göremezsin. İşte gözü(nü) çevirip-gezdir;
herhangi bir çatlaklık (bozukluk ve çarpıklık) görüyor musun?
Sonra gözünü iki kere daha çevirip-gezdir; o göz (uyumsuzluk bulmaktan) umudunu kesmiş bir halde bitkin olarak sana dönecektir. (Mülk Suresi, 3-4)
KAN HERKESTE AYNI MIDIR?Sonra gözünü iki kere daha çevirip-gezdir; o göz (uyumsuzluk bulmaktan) umudunu kesmiş bir halde bitkin olarak sana dönecektir. (Mülk Suresi, 3-4)
Tarihte yapılan ilk kan naklinde hastaya bir
hayvanın kanı verilmişti. Hasta kısa bir süre içinde öldü ve buna kimse
bir anlam veremedi. Verilen farklı hayvan kanları da işe yaramayınca,
insandan insana nakil fikri doğdu. Kan ihtiyacı başgösterdiğinde,
“kanının bol olduğu” düşünülen ve rastgele seçilen birkaç kişiden nakil
denemeleri yapıldı. Ancak bu denemelerin de çoğu başarısızlıkla
sonuçlandı. Kan nakliyle uğraşan ilk hekimler, bu önemli sıvıyı iki
özelliğinden dolayı tam olarak analiz edip tanıyamıyorlardı. Bunlardan
birincisi kanın beden dışında pıhtılaşma özelliği, ikincisi ise, kan
verdikleri kişinin ölme olasılığıydı.78Kanda,
hekimlerin çözemedikleri farklı bir şeylerin olması gerekiyordu.
Biyokimya biliminin gelişeceği zamana kadar bu “farklı şeylerin” ne
olduğu anlaşılamadı.
Kanın, kırmızı bir sıvıdan ibaret olmadığının ortaya çıkışı 20. yüzyılın
başlarına rastlar. Her insanın kanında diğer insanlardan farklı
olabilecek çeşitli faktörler vardır. Dolayısıyla kan naklinin
gerçekleşebilmesi için her iki kişide de bu faktörlerin uyumu aranır.
“Kan grubu” dediğimiz şey, insanın sahip olduğu bu özel faktörlerin
belirlenmesidir. Kan grubunu belirleyen faktörler ise 300′den fazladır.
Bu faktörlerin her biri, sizi diğer insanlardan ayırt eder.
|
Kanı, içindeki çeşitli faktörlerle birlikte keşfetmek ancak geçtiğimiz yüzyılda mümkün olmuştur. Oysa, kan ilk insan yaratıldığı andan bugüne kadar damarlarda dolaşmakta, görevlerini yerine getirmektedir. Bu kuşkusuz, herşeyde büyüklüğünü, gücünün sınırsızlığını gösteren Allah’ın üstün yaratmasıdır. |
Kan grubunu belirleyen özellikler, alyuvarlarda
saklıdır. Alyuvarların zarlarında bulunan 200 farklı molekül arasından
bizleri belki de en yakından ilgilendiren, kana A, B ve 0 grubu
özelliğini veren moleküllerdir. Alyuvarlar, ya A grubu, ya B grubu
moleküllerini, ender olarak her ikisini (AB) birden taşır ya da
hiçbirini (0 grubu) taşımayabilirler.
Alyuvarlarında A grubu moleküller bulunan kişilerin kanında B grubu
moleküllerine karşı antikorlar vardır. Bu, B grubu moleküllerine karşı
savaş demektir. İşte bu nedenle A grubu kan taşıyan bir insana B grubuna
ait bir kan verildiğinde, bağışıklık sistemi birkaç saniye içinde
harekete geçer ve bu “yabancıyı” yok etmeye çalışır. Bunun sonucu ise,
son derece ciddidir. Kan hücreleri patlar, kan pıhtılaşır, böbrekler ve
akciğerler işlevlerini yerine getirememeye başlar. Ani müdahale
edilmediği sürece sonuç büyük oranda ölüm olur.
Kanlarında her iki molekülü de taşımayan kişiler, yani 0 grubu kana
sahip insanlar, her iki moleküle karşı da antikor geliştirmişlerdir.
Onlar ancak, bu iki moleküle de sahip olmayan, yani kendileri gibi 0
grubu kana sahip bir kişiden kan alabilirler. Kanlarında her iki molekül
de bulunan AB grubu kana sahip kişiler ise, bu moleküllerin hiçbirine
antikor geliştirmemişlerdir. Sırf A grubu veya sırf B grubu kana sahip
kişilerden de kan alabilirler.
Alyuvarlar üzerinde bulunan ve yukarıdaki
moleküller gibi aynı derecede öneme sahip bir başka molekül ise Rhesus
(Rh) faktörüdür. Eğer bir insanın alyuvarında bu molekül varsa, kan
grubu Rh pozitif (+), yokluğunda ise kan grubu Rh negatif (-) olur.
Rhesus faktörü en büyük önemini gebelikteki kan uyuşmazlıklarında
gösterir. Rhesus faktörü olmayan hamile bir kadın, doğumdan kısa bir
süre sonra Rhesus faktörü olan bebeğine karşı antikor geliştirir. Bu
antikorlar, ilk bebeğe zarar vermeyeceklerdir. Ancak Rhesus faktörüne
sahip ikinci bebek, annede artık hazır bulunan bu antikorların
saldırısına uğrar. Antikorlar bebeğin bedenini hedef alır, onun taze
alyuvarlarını yok eder. Bebekte kansızlık ve kalp hastalıkları baş
gösterir. Bebeğin sağ olarak doğması zordur ama doğsa bile küçük
bedenindeki alyuvarların parçalanmaları sonucunda bilirubin adı verilen
zehirli bir madde oluşmuştur. Bu madde genellikle beyne zarar verir ve
meydana gelen zihinsel rahatsızlıklar sonuçta ölüme bile yol açabilir.79
Kanı keşfetmek ancak geçtiğimiz yüzyılda mümkün olmuştur. Oysa kan, ilk
insan yaratıldığı andan itibaren damarlarda dolaşmakta, görevlerini
yerine getirmekte, çeşitli malzemeleri, faktörleri, molekülleri içinde
taşımaktadır. İnsanın bu mucizeyi tam olarak tanımakta bile bu kadar
aciz kalabilmesi, onun Allah’a olan teslimiyetini ve hayranlığını daha
da artırmalıdır.
Allah, kuvvet ve kudret sahibi olandır, herşeyin üzerindedir,
Muktedir’dir. Tasvir eden, herşeye şekil ve suret veren, Musavvir’dir.
Gözetici ve koruyucu, Müheymin’dir. Ve Allah, herşeyde ve her hadisede
büyüklüğünü gösteren, Mütekebbir’dir. Allah’ı hakkıyla takdir etmeli,
yarattığı şeylerde Rabbimiz’in bu üstün sıfatlarını görüp anlamalı ve
O’na yönelip dönmeliyiz. O’na yönelip dönen, kuşkusuz dünyada ve
ahirette kazançlı olacaktır. Allah bir ayette şu şekilde bildirir:
O Allah ki, O’ndan başka İlah yoktur. Melik’tir; Kuddûs’tür;
Selam’dır; Mü’min’dir; Müheymin’dir; Aziz’dir; Cebbar’dır;
Mütekebbir’dir. Allah, (müşriklerin) şirk koştuklarından çok Yücedir.
(Haşr Suresi, 23)
|
BİLİNCİN GÖRÜNMEZ KAYNAĞI
Materyalistler bilinci beyne indirgemeye çalışırlarken, bilimsel gözlemler beyni bile olmayan canlıların bilinç sahibi olduklarını göstermektedir. Bu sitede incelediğimiz “akıllı hücreler” bunun bir örneğidir. Son yıllarda bakteriler ve diğer tek hücreliler üzerinde yapılan gözlemler de, bu mikroskobik canlıların son derece “akıllı” davrandıklarını, adeta içinde bulundukları ortamı değerlendirip karar verdiklerini göstermektedir. Moleküler biyolog Michael Denton şöyle yazar: “Bir toz zerresinden bile daha küçük olmalarına rağmen, amipler, çok daha kompleks canlılara benzer yaşam stratejileri izlerler. Eğer bir amibi alıp onu bir kedinin boyutlarına getirebilseydik, bu memeliyle yaklaşık aynı derecede bir zekaya sahip olduğunu görecektik. Peki ama bu küçücük canlılar nasıl olup da bu denli iyi hesaplanmış kararlar alabilmektedirler?… Bir amip yakalamak istediği avını bilinçli olarak kovalar, avı yön değiştirdiğinde o da onun ardından yön değiştirir, bu takibi uzun süre devam ettirir. Bu davranışlar moleküler düzeyde açıklanamamaktadır.” Üstteki alıntının son cümlesine dikkat etmek gerekir. Amiplerin davranışları, “moleküler” düzeyde, yani kimyasal reaksiyonlarla, fiziksel etkilerle açıklanabilecek türden değildir. Bu canlılar, bilinçli olarak adeta karar vererek hareket etmektedirler. Dikkat çekici olan ise ne bir beyne, ne de sinir sistemine sahip olmamalarıdır. Protein, yağ ve sudan oluşan birer hücredirler sadece. Bakterilerin akıllı davranışlarını gösteren başka örnekler de vardır. Ünlü Fransız bilim dergisi Science et Vie’nin Temmuz 1999 sayısında bildirildiğine göre, bakteriler birbirleri ile haberleşmekte ve bu haberlere dayanarak karar vermektedirler. Science et Vie’de bu haberleşmenin son derece kompleks bir sistemle işlediği vurgulanmaktadır. Bakterilerin yüzeyinde elektrik sinyalleri yayan ve algılayan mekanizmalar vardır. Bakteriler bu sayede birbirlerine sinyaller yollamakta, içinde bulundukları ortamın özellikleri, bu ortamdaki besin durumu gibi bilgiler aktarmaktadırlar. Bu bilgilere göre de, daha ne kadar çoğalmaları ve çoğalmayı ne zaman durdurmaları gerektiği konusunda karar vermektedirler. Kısacası, gözle görülmeyecek kadar küçük canlılar, etrafları hakkında bilgi toplamakta, sonra bunları yorumlayıp birbirlerine aktarmakta ve sonra da belirli bir yönde karar verip uygulamaktadır. Hem de grup halinde… Tüm bu örnekler, canlılarda asla maddeye indirgenemeyecek bir bilinç olduğunu göstermektedir. “En kompleks canlı” sayılan insandan, “en basit canlı” sayılan tek hücrelilere kadar, canlılarda madde-ötesi bir kaynaktan gelen şaşırtıcı bir bilinç vardır. Peki bu madde ötesi kaynak nedir? Kuran’da, bizlere bu konuda çok önemli bilgiler verilir. Örneğin balarılarından söz edilen ayetlerde, bu canlıların gösterdikleri “bilinçli” davranışları kendilerine Allah’ın ilham ettiği bildirilmektedir: “Rabbin balarısına vahyetti: Dağlarda, ağaçlarda ve onların kurdukları çardaklarda kendine evler edin. Sonra meyvelerin tümünden ye, böylece Rabbinin sana kolaylaştırdığı yollarda yürü-uçuver. Onların karınlarından türlü renklerde şerbetler çıkar, onda insanlar için bir şifa vardır. Şüphesiz düşünen bir topluluk için gerçekten bunda bir ayet vardır.” (Nahl Suresi, 68-69) Bir başka ayette de tüm canlıların Allah’ın hakimiyetinde olduğu haber verilmektedir. Kuran’da bildirildiği üzere, “O’nun, alnından yakalayıp-denetlemediği hiçbir canlı yoktur.” (Hud Suresi, 56) İşte Kuran’da açıklanan bu sır, canlılardaki gizemli bilincin kaynağıdır. Bilinç, materyalistlerin sandığı gibi maddenin bir özelliği değildir. Maddeyi oluşturan atomları her ne yaparsanız yapın, bilinç sahibi kılamazsınız. Bilincin, mutlaka bir başka bilinçten gelmesi gerekir. Canlılardaki bilinç ise, Allah’ın ilhamından kaynaklanmaktadır. İnsan bedeninde veya bir başka organizmadaki hücrelerde ortaya çıkan akıl da, Allah’ın varlıklar üzerindeki mutlak hakimiyetinin bir tecellisidir. Allah, yarattığı varlıklar vesilesiyle Kendisi’ni tanıtmakta ve insanlar bu eserlere bakarak Allah’ın sonsuz gücünü ve kudretini tanıyıp takdir edebilmektedirler. Bu nedenle bu sitedeki şuur örneklerini sıralarken, bu önemli gerçeğin sürekli olarak akılda tutulması gerekmektedir. |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder