DARWINİZM’E MEYDAN OKUYAN MUCİZE MOLEKÜL
Darwinizm, canlıların iki doğal mekanizma ile ortaya çıktıklarını ve
geliştiklerini öne sürer: Doğal seleksiyon ve mutasyon. Gerçekte bu iki
mekanizmanın hiçbir şekilde yeni bir canlı var etmesi ya da bir canlıya
bir özellik katması mümkün değildir. Ancak yine de Darwinist
kaynaklarda tüm canlılar, bu iki kör mekanizmanın eseri olarak
anlatılır. Oysa biraz dikkatli bakıldığında, bu anlatımlarda, söz konusu
mekanizmaların neleri başardıkları hakkında en ufak bir bilgi yoktur. www.hayatingercekkokeni.com
İşte bu nedenle, okuduğunuz veya izlediğiniz her evrimci yayın, spekülatiftir. Örneğin bir deniz canlısının çeşitli mutasyonlarla kara canlısı olmaya başladığını anlatan bir belgeseldeki ya da bir makaledeki uzun cümleler, bilimsel terimlerle donatılmış olabilir. Ancak, “sözde mutasyonların nerede, ne sebeple meydana geldiği, canlıda ne tip etkilere ve değişimlere sebep olduğu, hangi aşamalarla gerçekleştiği” gibi asıl olarak açıklanması gereken detayları evrimcilerin izahlarında bulabilmeniz mümkün değildir. Çünkü evrimciler bu hayali aşamaları açıklamaya teşebbüs ederlerse, aslında evrim diye bir sürecin olmadığını itiraf etmek zorunda kalacaklarının bilincindedirler.
İşte bu nedenle, okuduğunuz veya izlediğiniz her evrimci yayın, spekülatiftir. Örneğin bir deniz canlısının çeşitli mutasyonlarla kara canlısı olmaya başladığını anlatan bir belgeseldeki ya da bir makaledeki uzun cümleler, bilimsel terimlerle donatılmış olabilir. Ancak, “sözde mutasyonların nerede, ne sebeple meydana geldiği, canlıda ne tip etkilere ve değişimlere sebep olduğu, hangi aşamalarla gerçekleştiği” gibi asıl olarak açıklanması gereken detayları evrimcilerin izahlarında bulabilmeniz mümkün değildir. Çünkü evrimciler bu hayali aşamaları açıklamaya teşebbüs ederlerse, aslında evrim diye bir sürecin olmadığını itiraf etmek zorunda kalacaklarının bilincindedirler.
|
Hemoglobinin kompleks yapısı, diğer tüm kompleks organizmalarda olduğu gibi, rastgele oluşan herhangi bir mutasyona izin vermeyecek derecede hassastır. Yapısında meydana gelebilecek herhangi bir rastgele kimyasal etki, bu değerli proteini bir anda işe yaramaz bir amino asit yığınına dönüştürebilir. |
Hemoglobin için yapılan evrimci açıklamalar da bu şekildedir. Hemoglobin
gibi bir mucize molekülün hayali evrimi hakkında, spekülasyon dışında
bilimsel değeri olan tek bir açıklamaya bile rastlayamazsınız.
Hemoglobin, hem kompleks yapısı, hem de farklı canlılarda sergilenen
farklı formlarıyla, evrimciler için ciddi bir zorluk oluşturmaktadır.
Evrimci genetikçi Gordon Rattray Taylor, Great Evolution Mystery adlı
kitabında bu durumu şu şekilde itiraf etmektedir:
“Hemoglobin, pek çok farklı filumda görünerek,
evrim hikayesinde gelişigüzel şekilde ortaya çıkmaktadır. Paramecium adı
verilen bazı türlerde (hemen her biyoloji dersinde öğretilen son derece
basit tek hücreli canlı) bulunur.
Kurtçuklarda, yumuşakçalarda, böceklerde ve hatta
baklagillerin köklerinde vardır. Bütün bu farklı canlıların nasıl
tümünde bulunduğu ise oldukça açıklamasızdır. Tek bir şey açık gibi
görünmektedir; her seferinde, tamamen birbirinden bağımsız şekilde, bu
molekül tekrar tekrar karşımıza çıkmaktadır.”30
Bir evrimci olmasına rağmen Gordon Rattray Taylor’ın açıkça kabul etmek
zorunda kaldığı bu gerçek son derece önemlidir. Hemoglobinin,
birbirinden farklı canlılarda farklı şekillerde bulunması ve bu farklı
yapıların hayali evrimsel şemalardan birine oturmaması, bu önemli
molekülün her canlı grubu için ayrı ve özel olarak yaratılmış olduğu
gerçeğini açıkça göstermektedir. Taylor’un “birbirinden bağımsız şekilde
ortaya çıkış” olarak nitelendirmeyi tercih ettiği gerçek, “yaratılış
gerçeği”dir.
Aynı gerçeği biyokimya profesörü Michael Denton, Evolution: A Theory in
Crisis (Evrim: Kriz İçinde Bir Teori) isimli kitabında şu şekilde
açıklamaktadır:
“Moleküler seviyede; balık, amfibiyen, sürüngen
ve memeli sıralamasından oluşan geleneksel evrim serisinin en küçük bir
izi bile yoktur. Hayret verici olan ise insan, hemoglobini yönünden,
balıktan daha çok lamprey’e (yılan balığı şeklinde bir su hayvanı) daha
yakındır.”31
Dahası, hemoglobinin kompleks yapısı, diğer tüm kompleks organizmalarda
olduğu gibi, rastgele herhangi bir mutasyona izin vermeyecek derecede
hassastır. Hemoglobin proteinini meydana getiren amino asit dizilimi,
sahip olduğu özel dizilimi yitirdiği anda işe yaramaz bir amino asit
yığınından başka bir şey olmayacaktır. Bu molekülün kendisi için
belirlenmiş özel amino asit dizilimine tesadüfen sahip olabilmesi ancak
10950′de 1 ihtimaldir. Yani imkansızdır.
|
Hemoglobini oluşturan alfa ve beta zincirlerini birbirlerine dönüştürmek için en az 120 mutasyon gerekmektedir. Ancak bu mutasyonlar sırasında tek bir amino asit değişikliği, kan hücrelerinin bozulmasına sebep olabilmektedir. Orak hücre anemisi hastalığının nedeni meydana gelen tek bir mutasyondur. |
Massachusetts Teknoloji Enstitüsü’nden (Massachusetts
Institude of Technology – MIT) Murray Eden’in konu ile ilgili yorumları
şöyledir:
“Hemoglobin iki zincirden oluşur; alfa ve beta.
Alfayı betaya çevirmek için en az 120 mutasyon gerekmektedir. Bu
değişikliklerden en az 34′ü, 2 veya 3 nükleotid arasında yer
değiştirmelerin gerçekleşmesini gerektirir. Ancak, eğer mutasyon
sırasında tek bir amino asit değişikliği meydana gelirse, sonuç kanın
bozulmaya uğramasıdır ve organizma ölür!”32
Eğer hemoglobini oluşturan amino asitlerden rastgele bir tanesini
çıkarır veya bu amino asitlerden rastgele iki tanesinin yerini
birbirleri ile değiştirirseniz, bu durumda protein bozulmaya uğrayabilir
veya tüm işlevini kaybedebilir. Buna en iyi örnek, daha önce
incelediğimiz orak hücre anemisi hastalığıdır. Orak hücre anemisi
oluşması için tek sebep, hemoglobin dizilimini oluşturan sadece iki
amino asitin birbirleri ile yer değiştirmesidir. Son derece ciddi
rahatsızlıklara sebep olan ve henüz tedavisi bulunmayan bu hastalık,
hemoglobini oluşturan 287 amino asit arasından sadece iki tanesinin
farklı yerde bulunması ile kendisini gösterir. Nobel Ödülü sahibi
biyoloji profesörü George Wald, konu ile ilgili olarak şunları
söylemektedir:
“Herhangi bir türdeki TEK BİR mutasyonal
değişiklik hemoglobinin düzgün çalışmamasına neden olur. Örneğin,
hemoglobindeki 287 amino asitten tek bir tanesinin değişikliğe uğraması
orak hücre anemisine neden olmaktadır. Bu hastalıkta glutamik asit
ünitesi, valin ünitesi ile yer değiştirmiştir – ve sonuç: Bu hastalığa
yakalananların %25′i ölmektedir.”33
Darwinistler, evrimi güçlü bilimsel kanıtlara sahip bir teori, hatta bir
“gerçek” gibi göstermek çabasındadırlar. Oysa Allah’ın benzersiz bir
tasarımla yarattığı tek bir hemoglobin molekülü bile, sahip olduğu
komplekslik ve canlılar arasında hayali “evrim ağacı”na meydan okuyan
dağılımı ile, teoriyi çıkmaza sokmaya yeterlidir.
Kasların Oksijen Kaynağı: Miyoglobin
Vücutta kaslara oksijen taşıma görevini üstlenen miyoglobin adında bir
başka molekül daha vardır. Bu molekül hemoglobine çok benzer, fakat
özelliği, hemoglobinden farklı olarak tek bir oksijen atomu
taşıyabilmesidir. Miyoglobin kaslar için yaratılmış özel bir moleküldür.
Çünkü kasların oksijene olan ihtiyacı, azar azar ve belirli
miktardadır. Miyoglobin, dört değil sadece bir tane oksijen atomu
taşıyarak, kasların gereksinimlerine cevap verir. Ancak vücuttaki diğer
hücreler için böyle bir durum söz konusu değildir. Kanın, diğer
dokulara, hemen her saniye bol miktarda oksijeni taşıması şarttır.
Dokulardaki bu gereksinim, hemoglobinin dört oksijen molekülüne
bağlanabilmesi ile karşılanmıştır.
Eğer söz konusu görev dağılımı tersine dönseydi, miyoglobin vücuda
yeterli oksijeni dağıtamayacak, hemoglobin de kaslara fazla oksijen
vererek onların yanmalarına neden olacaktı. Ama ne hemoglobin ne de
miyoglobin oksijeni vücutta farklı bir yere taşımazlar. Alemlerin Yüce
Rabbi olan Allah’ın emriyle hareket eden bu moleküller görevlerini
eksiksiz olarak yerine getirirler. Bir ayette şöyle bildirilir:
Peki onlar, Allah’ın dininden başka bir din mi arıyorlar? Oysa
göklerde ve yerde her ne varsa -istese de, istemese de- O’na teslim
olmuştur ve O’na döndürülmektedirler. (Al-i İmran Suresi, 83)
Miyoglobin-Hemoglobin ile İlgili Evrim İddialarının Asılsızlığı
Benzer görevler üstlenen hemoglobin ve miyoglobin molekülleri, benzer
moleküler özelliklere sahiptirler. Sahip oldukları hem grupları
birbirlerinden hiçbir fark göstermez ve sahip oldukları dört zincir de
aynı şekilde katlanır. Bu benzerliği evrimciler kendi teorileri için bir
delil olarak kabul etmiş ve 1959 yılında bu iki molekülü sözde “akraba”
ilan etmişlerdir.
|
İKİ TASARIM HARİKASI: MİYOGLOBİN VE HEMOGLOBİN
Kaslar, vücudun diğer hücrelerinden daha az oksijene ihtiyaç duyarlar.
Bu nedenle, kaslara oksijen dağıtımını yapmak üzere farklı bir molekül
yaratılmıştır. Hemoglobin taşıdığı 4 oksijen ile dokuların gereksinimini
karşılarken, miyoglobin, taşıdığı tek oksijen atomu ile kaslara hayat
verir. Bu özel tasarım Allah’ın kusursuz yaratmasıdır.
|
Doğada, pek çok yapı moleküler olarak benzerdir.
Birbirlerinden tek bir atom ile ayrılan iki molekül, birbirinden tamamen
farklı iki yapıyı oluşturabilirler. Hatta atomlarının aynı ancak
birbirlerine bağlanış biçimlerinin farklı olması bile iki molekülden bir
tanesini lezzetli bir yiyecek diğeriniyse bir ağaç dalı haline
getirebilmektedir. Hemoglobin ve miyoglobin de aynı özelliklerle
karşımıza çıkan iki farklı moleküldür. Birbirlerine benzer moleküler
yapıları olduğu doğrudur. Ancak buradan yola çıkarak hemoglobinin
miyoglobinden evrimleştiği iddiasını ortaya atmak akıl dışıdır. Her
evrimci iddiada olduğu gibi bu iddia da, herhangi bir bilimsel delille
desteklenmemektedir.
|
balina sperm miyoglobini Miyoglobin molekülünün dizilimi tek bir oksijen atomunu dağıtabilecek şekilde tasarlanmış özel bir dizilimdir. Bu dizilime yapılacak rastgele bir müdahale bu özel tasarımı bozacak ve molekülün işlevsiz kalmasına neden olacaktır. |
Evrimcilerin bu konudaki iddiaları miyoglobin
molekülünün zaman içinde uğradığı mutasyonlar sonucunda değişip
“gelişerek” hemoglobine dönüştüğü yönündedir. Ancak hemoglobin de,
miyoglobin de son derece kompleks yapıları olan ve oldukça kompleks
kimyasal işler gerçekleştiren iki özel moleküldür. Bu moleküller
üzerinde herhangi bir mutasyon etkisi, en küçük bir değişiklik, yapının
tamamen bozulmasına yol açacak kadar etkilidir. Miyoglobin molekülünün
dizilimi öylesine hassastır ki, rastgele mutasyonlar bir yana, dizilime
yapılan kontrollü bir müdahale bile, molekülü işlevsiz bırakabilir.
Dahası, evrimcilerin iddialarını kanıtlayabilmek için, miyoglobin ile
hemoglobin arasındaki her geçiş aşamasının fonksiyonel (ve dahası bir
önceki aşamadan daha yararlı) olması gereklidir. Oysa böyle bir “ara
form” tarif edilememektedir.
Bütün bunların yanı sıra, hemoglobini miyoglobinin gelişmiş hali olarak
tanımlamak da son derece yanlış ve yanıltıcıdır. Miyoglobin, kasları
beslemek için, tek bir oksijen molekülü taşımak üzere yaratılmış özel
bir moleküldür. Hemoglobinden farklı olarak böyle bir yapıya sahip
olması ve kasları yanmaktan kurtarması, onun yaratılmış olduğunun açık
delillerindendir. Daha önce de belirttiğimiz gibi, kaslara, vücuttaki
diğer hücrelerden farklı miktarda oksijen aktarımı, vücuttaki bilinçli
yaratılış örneklerinden bir tanesini oluşturmaktadır.
Bu iddia ile ilgili olarak bir başka önemli boşluk, evrimcilerin
hemoglobini oluşturduğunu iddia ettikleri miyoglobinin kökenini henüz
açıklayamamış olmalarıdır.
Alyuvarlar İhtiyaç Belirliyor
Alyuvarlar, adeta yaptıkları işin öneminin farkındadırlar. Bu nedenle
sürekli olarak vücut içinde devriye gezer, ihtiyaç tespit eder ve
olağanüstü bir durumla karşı karşıya kaldıklarında da tedbir alırlar.
Örneğin, oksijeni bırakma işini, çok çalışan ve oksijene acil
gereksinimi olan bir dokunun yanından geçerken yaparlar. Burada gerekli
olan oksijeni dokuya iletir, vücudun temel besini olan şekerin
yakılmasından dolayı açığa çıkan karbondioksiti alır, onu akciğere
taşır, orada bırakır ve yeniden kendilerine oksijen bağlarlar.
Yapılan bu alışverişte, daha önce detaylarını açıkladığımız çok hassas
bir denge vardır. Alyuvar hücreleri nerede oksijen gereksinimi varsa
mutlaka oraya doğru hareket ederler. Aynı zamanda vücutta alyuvar
hücresine ihtiyaç olup olmadığına da denetim yaparak karar verirler. Bu
denetimin önemi ise çok büyüktür. Hücrelerinizin ve vücudunuzdaki
yapıların oksijensiz kalarak ölmesi, yapılan bu titiz denetim nedeniyle
önlenmiş olur.
| Allah, kimi hidayete erdirmek isterse, onun göğsünü İslam’a açar; kimi saptırmak isterse, onun göğsünü, sanki göğe yükseliyormuş gibi dar ve sıkıntılı kılar. Allah, iman etmeyenlerin üstüne işte böyle pislik çökertir. (En’am Suresi, 125) |
Yüksekçe bir dağa tırmanırken vücudunuzda meydana gelen
değişiklikler de bu titiz denetimin bir sonucudur. Vücutta değişiklikler
meydana gelmesinin nedeni, yükseklik arttıkça eskisi gibi rahat oksijen
bulamıyor oluşunuzdur. Atmosferdeki %21′lik oksijen, yer çekiminin
etkisiyle alt tabakalarda daha yoğundur. Siz, daha az yoğun atmosfer ile
karşılaştığınızda bu ortama ilk başta uyum sağlayamazsınız. Gitgide
halsizleşir, yürüyemez, bitkin düşer, hatta bayılabilirsiniz. Çünkü
bedeninizde artık, sağlıklı yaşamınızı devam ettirebilmek için yeterli
oksijen yoktur. Ancak bu sorun, Allah’ın insan bedenine verdiği bazı
destek özellikler sayesinde çözülür.
Öncelikle bu farklı ortamda, vücut alarma geçer. Vücudun ilk önlemi,
kritik dokuların, özellikle beynin, düzenli bir şekilde çalışması için
yeteri kadar oksijen alıp almadığını kontrol etmektir. Beyin, vücudun
aldığı oksijenin %20′sini kullandığından, bedenin başlıca korunması
gereken bölgesidir. Solunum ve kalp damarlarını meydana getiren sistem
tamamen bu görevi yerine getirecek şekilde yaratılmıştır. Kalbin
yakınlarındaki kan damarlarından birçoğu, oksijen basıncındaki düşmelere
karşı çok hassas biyolojik terazilerle donatılmıştır. İleride
detaylarını belirteceğimiz bu konu, Allah’ın herşeyi büyük bir denge ile
yarattığı gerçeğinin büyük bir delilidir. Sinir hücreleriyle uyarılan
akciğer kasları faaliyetlerini hızlandırır ve daha fazla havanın
akciğerlere gitmesi için soluk alıp verme oranını artırırlar. Yüksek bir
ortama ilk çıktığınızda nefes nefese kalmanızın nedeni budur. Bu sırada
kendine has kimyevi sayaçlarla donatılmış olan beyin, oksijen
bakımından zengin olan kanın vücut dokularına daha çabuk ulaşması için
kalbe daha güçlü ve hızlı atması yönünde mesajlar gönderir.
| Sizleri Biz yarattık, yine de tasdik etmeyecek misiniz? Şimdi (rahimlere) dökmekte olduğunuz meniyi gördünüz mü? Onu sizler mi yaratıyorsunuz, yoksa yaratıcı Biz miyiz? Sizin aranızda ölümü takdir eden Biziz ve Bizim önümüze geçilmiş değildir. (Vakıa Suresi, 57-60) |
Bütün bunlar geçici tedbirlerdir. Eğer bunlar
alınmasaydı, metabolizmadaki bu değişikliğe uzun süre dayanabilmeniz
mümkün olmaz, oldukça yorgun düşerdiniz. Asıl kalıcı tedbir ise bütün bu
olanlar sonrasında arka planda gerçekleşecektir.
|
(1) Yükseklere çıkıldıkça, örneğin 4.200 m. yükseklikte, bir damla kanda 7 milyon alyuvar hücresi bulunur. Bu, normale oranla daha fazladır. Kandaki alyuvar fazlalığı, oksijen oranı az olan bölgelerde insanın yaşamını devam ettirebilmesi için alınmış önemli bir tedbirdir. (2) Deniz seviyesi ile 1.800 m. yükseklik arasında yaşayan kişilerin bir damla kanında 5 milyon alyuvar hücresi bulunur. Oksijen oranının bol olduğu bu bölgelerde söz konusu oran, bir insanın normal vücut fonksiyonlarını yerine getirmesi için yeterlidir. |
Düşük yoğunluklu havada oksijen de azdır. Bu sınırlı
oksijeni yakalamak için ekstra alyuvar üretme işlemi çok kısa bir süre
içinde başlar. Dağın yüksek yamaçlarına çıkıp, nefesinizin sıkıştığını
hissettiğiniz hatta bayılmak üzere olduğunuz bu rahatsızlık döneminden
yaklaşık birkaç saat sonra, vücut yeni ortam için kalıcı bir tedbir
alınması gerektiğine karar verir. Bu karar üzerine, böbrek ve kısmen
karaciğer tarafından “eritropoietin” adında bir hormon salgılanmaya
başlar. Bu hormon kemik iliğine daha fazla alyuvar üretilmesi yönünde
mesajlar gönderir. 3 ila 5 gün içinde “destek kuvvetleri” denebilecek
yeni alyuvarlar kanın içine dağılırlar. 15. günden sonra eritropoitein
üretimi azalacaktır. Çünkü artık vücut bulunduğu ortama uyum göstermiş,
bedenin alarm durumu sona ermiştir.34
Bu uyum gerçekten de hayranlık uyandırıcıdır. Deniz seviyesi ile 1800 m
yükseklik arasında yaşayanların bir damla kanında yaklaşık 5 milyon
alyuvar hücresi bulunurken, daha yüksek yerlerde örneğin 4200 m
yükseklikte yaşayan insanların bir damla kanında yaklaşık 7 milyon
alyuvar hücresi bulunur.
Yüksekliğe göre üretilen alyuvarların yapısı da
değişir. Yükseklere çıkıldıkça, bedende bulunan alyuvar hücreleri de
çeşitli kimyasal değişimlere uğrarlar. Meydana gelen bu kimyasal değişim
ile, bu yeni ortamda alyuvar hücreleri normalden daha çok hemoglobin
taşırlar. Dahası, alyuvarlardaki hemoglobin, yüksekliğe bağlı olarak
daha çabuk oksijen yükleyip boşaltacak şekilde yeni bir yapıda
üretilmeye başlanır. Diğer organ ve dokular da bu akılcı tedbirlere uyum
sağlar. Kaslara taşınan oksijen miktarını mümkün olduğunca azaltabilmek
için, kasların boyutlarında fark edilir derecede küçülme meydana gelir.
Bu kusursuz sistem sayesinde de hafif bir baş ağrısı şeklindeki ilk
tecrübenizden sonra 15-20 gün içinde yeni şartlara uyum sağlarsınız.
Kalp atışlarınız artık normale dönmüştür ve kendinizi rahat hissetmeniz
için derin derin nefes almanıza gerek kalmaz.35
| Sizleri Biz yarattık, yine de tasdik etmeyecek misiniz? Şimdi (rahimlere) dökmekte olduğunuz meniyi gördünüz mü? Onu sizler mi yaratıyorsunuz, yoksa yaratıcı Biz miyiz? Sizin aranızda ölümü takdir eden Biziz ve Bizim önümüze geçilmiş değildir. (Vakıa Suresi, 57-60) |
Bu muazzam kontrolü elinde bulunduran insanın kendisi
midir? Oksijen yetersizliğine karşı koyamayarak baygınlık aşamasına
gelen birçok insanın, kendi bedenindeki bu mükemmel kurtarıcılardan
haberi bile yoktur. O halde, bu kontrolü sağlayan kimdir? Bu hassas
sistemin kurucusu, Darwinistlerin öne sürdüğü gibi, rastgele bir zamanda
rastgele bir şekilde meydana gelen mutasyonlar olabilir mi? Sistem o
kadar mükemmel bir donanıma sahiptir ve o kadar akıllı hareket eder ki,
aklını kullanan her insan burada kusursuz bir yaratılışın var olduğunu
kolaylıkla anlayacaktır. Üretim yapan organlar, tedbir alan dokular,
beyni korumaya çalışan kalp ve damarlar, enzim üretimi emrini veren
uyarıcılar, enzimi üreten böbrek ve karaciğer, birbirleriyle müthiş bir
koordinasyon içinde sürekli hareket halinde olan hücreler, tüm bunların
sahip olduğu her protein, her enzim, her molekül, her atom
olağanüstüdür. Beden içinde hiçbir karışıklık yoktur.
Bütün bu olağanüstülük, Allah’ın eşsiz ve kusursuz sanatıdır. O, herşeyi
yaratmıştır, her yere ve herşeye Hakim’dir. Yeryüzündeki bütün
varlıklar, bu varlıkların içindeki sistemler O’nun bilgisi ve kontrolü
altındadır. O; gözeten, yöneten, bütün yaratılmışları düzenle ve
dengeyle idare eden ve birbirine yardımcı kılan, Müdebbir olan
Allah’tır. Yeryüzündeki her eser O’nun tecellisidir ve O’na itaat eder.
Çünkü Allah kainatın gerçek sahibidir. Yaratılışı O’na ait olduğu gibi
yönetimi de sadece O’na aittir. Allah ayetlerinde bu önemli gerçeği şu
şekilde bildirir:
İşte Rabbiniz olan Allah budur. O’ndan başka İlah yoktur.
Herşeyin Yaratıcısı’dır, öyleyse O’na kulluk edin. O, herşeyin üstünde
bir Vekil’dir. Gözler O’nu idrak edemez; O ise bütün gözleri idrak eder.
O, Latif olandır, haberdar olandır. (Enam Suresi, 102-103)
Ömrü Tükenen Alyuvarlar
Kan sıvısı içindeki serüvenleri 120. güne yaklaşırken, alyuvarların
yaşam sistemleri giderek daha az aktif duruma gelir. Hücreler
yaşlandıkça giderek daha hassaslaşmaya başlarlar. Alyuvarın hassaslaşan
zarı dolaşımın sıkışık noktalarından geçerken yırtılabilir. Özellikle 3
mikrometre çapındaki kırmızı dalak pulpasından geçerken 8 mikrometre
çapındaki alyuvarlar parçalanırlar. Bu sıkışmalar sonucunda dalağın
pulpasında çok miktarda alyuvar parçaları bulunur. (Vücuttan herhangi
bir sebeple dalak alındığında, söz konusu parçalanma yaşanmayacağından,
kandaki anormal ve yaşlı hücrelerin sayısı da artar.)
|
Beyin vücudun aldığı oksijenin ortalama %20′sini kullanmaktadır. Vücutta oksijen eksikliği başgösterdiğinde ise korunması gereken ilk yer, beyindir. Kalp ve solunum sistemi bu özel organı korumak üzere özel olarak tasarlanmış çeşitli donanımlara sahiptir. Beden içine alınan oksijeni çeşitli önlemlerle ilk planda beyne gönderirler. |
Yaşamı sona eren alyuvarlar,
vücudun birçok bölgesinde, özellikle karaciğer, dalak ve kemik
iliğindeki makrofaj hücreleri tarafından parçalanırlar. Bu parçalanma
sırasında alyuvar hücresinde bulunan hemoglobin serbest kalır. Sonraki
birkaç saat içinde makrofajlar hemoglobinden demiri ayıklar ve bunu
kanda taşıyarak ya yeni alyuvar yapımı için kemik iliğine ya da daha
sonra kullanılmak üzere karaciğer ve diğer dokulardaki demir depolarına
götürürler. Hemoglobin molekülünün geri kalanı ise makrofajlar
tarafından bir safra pigmentine dönüştürülür. Sonuçta parçalanan
hücrenin hiçbir parçası boşa gitmeden vücudun çeşitli bölgeleri için
tekrar kullanılmak üzere depolanır.36
Böyle bir depolama sistemine kim neden ihtiyaç duymuştur? Vücudu meydana
getiren parçalar yalnızca molekül ve hücrelerdir. Bunlar, atıkları yok
etmeleri ve demir gibi vücut için değerli maddeleri sonraki üretimler
için saklamaları gerektiğini nasıl öğrenmişlerdir?Aralarında açıkça bir
planlama vardır. Alyuvarların belli zamanlarda parçalanmaları
gerektiğine karar veren, parçalama görevini makrofajlara veren bir İrade
olduğu açıktır. İşte bu İrade, yarattığı eserler vesilesiyle bize
Kendisi’ni tanıtan Rabbimiz Allah’tır. O’nu tanımamızın ve Yüceliğini
anlamamızın bir yolu, yarattığı varlıklardaki detayları düşünmektir.
İnsan bedeninde incelediğimiz tüm bu harikalıklar, bizi Allah’ın
yaratmış olduğu gerçeğinin kanıtlarındandır.
Bedendeki söz konusu iş bölümünde meydana gelebilecek tek bir aksaklık
bile son derece ciddi rahatsızlıklara, hatta ölümlere sebep olabilir. O
halde bütün bunların rastlantıya dayalı mutasyonlar yoluyla, aşama aşama
oluşması mümkün olabilir mi? Elbette ki böyle bir şey mümkün değildir.
Demirin dönüşümünü sağlayan enzimler eksik olsa, vücutta demir eksikliği
meydana gelecektir. Alyuvarların üretimini sağlayan hormonlar görevini
yapmasa, kandaki alyuvar miktarı gitgide azalacaktır. Bunun gibi daha
pek çok sistem, birbiriyle büyük bir koordinasyon içinde çalışmak
zorundadır. Dolayısıyla, sistemin kusursuz olarak işleyebilmesi için
bütün parçaların eksiksiz olarak birarada olması şarttır. Ve
bedenimizde, bir sistemin işlemesi için gereken tüm parçalar eksiksiz
olarak biraradadır. İşte bu, Allah’ın Kendi kudretini bizlere tanıttığı
mucizelerden sadece bir tanesidir.
Dolayısıyla Darwinistlerin, canlıların çeşitli aşamalarla ve tesadüfi
olaylarla meydana geldiği yönündeki saçma iddiaları, her konuda olduğu
gibi bu konuda da desteksiz kalmıştır. Vücut hücrelerine hayat taşıyan
bir alyuvarın; kendisini üreten kemik iliği, kendisini parçalayan
makrofajlar, içine yerleşen hemogbolin, oksijeni taşıyan demir, içinde
dolaştığı kan sıvısı, kendisini bütün hücrelere taşıyan kan damarları,
hareketini, çoğalmasını, azalmasını sağlayan sayısız enzim ve hormon ve
elbette yolculuğunun başlangıç noktası olan kalp ile beraber var olması
gerekmektedir. Bu parçalardan yalnızca bir tanesinin eksik olması
alyuvarı kendi başına, hiçbir işe yaramayan bir hücre yığını haline
getirecektir. Bu durumda, kuşkusuz bu mükemmel sistemin işleyişi için
tesadüflerden veya hayali bir evrim sürecinden bahsetmek mümkün
değildir.
|
Yaratan Rabbinin adıyla oku. O, insanı bir alak’tan yarattı.
Oku, Rabbin en büyük kerem sahibidir; Ki O, kalemle (yazmayı)
öğretendir. İnsana bilmediğini öğretti. (Alak Suresi, 1-5) |
Vücutta meydana gelen her işlem, yapılan her iş bölümü,
harekete geçen her enzim, özenle yaratılmıştır ve Allah’ın emrine
tabidir. Gelmiş geçmiş her insanda bu böyle olmuştur ve dünya üzerinde
şu anda yaşamakta olan milyarların da her birinde bu müthiş yaratılışın
kanıtları her an hakimdir. Bu açık gerçeğe yaratılış dışında açıklamalar
getirmeye çalışmak, büyük bir akılsızlık ve sonuca ulaşmayacak bir çaba
olacaktır. Çünkü Allah’ın kusursuz sanatı gözler önündedir. Kuran’da bu
gerçek şu şekilde bildirilir:
Allah, herşeyin Yaratıcısı’dır. O, herşey üzerinde Vekil’dir.
Göklerin ve yerin anahtarları O’nundur. Allah’ın ayetlerine (karşı)
inkar edenler ise; işte onlar, hüsrana uğrayanlardır. (Zümer Suresi,
62-63)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder